YANIT
Kural olarak Müslümanlıkla ilgili soruları -bu konuda uzman olmadığımız için- yanıtlamıyoruz. Ancak yaratılış konusu bizim ana araştırma konumuz… Bu yüzden sorunuzu yanıtlamakta bir sakınca görmüyorum.
Kuran-ı Kerim1
ortalama kırk yıl önce defalarca okuduğum, o zamanlar bilgisayarlar evlere girmemiş olduğu için ayetleri yazarak sınıflandırdığım bir kitaptı. İtiraf etmem gerekir ki, bunu iyi niyetle yapmadım; çünkü o zamanlar satanisttim. Bu inanç modelinin yaşamımda verdiği hasarı önceki yanıtlarımda defalarca detaylı şekilde dile getirdim. Yine de -anımsatmak babında- çok seçkin ve zengin bir ailenin mirasçısı iken çöpten iki kere yemek durumuna düştüğümü belirteyim.
Anaerkil ezoterizme sığındığımda giderek acılar sona erdi, ama bir daha Kuran’ı elime almak aklıma gelmedi. Zaman içinde kendi sistemimi (Pozitif Enerji Eğiminde anlatılan sistem) yarattım ve bir gün, her nasıl olduysa, hadislere düştü yolum. Manadan etkilenmemek elde değildi. Söylenenler ilgimi çekti. Bir süre sonra yeniden bir başka hadisle karşılaştım… Aynı şekilde yine etkilendim. Bir tane daha okudum, sonra bir tane daha… Ve zaman içinde bizim sistemde “Bunu kapsama almayalım, insanlar inanmaz, uyduruyoruz derler, tepki alırız” diye kenara ayırdığımız düşüncelerimizin misli ile hadislerde yer aldığını şaşkınlıkla görmeye koyuldum. Dikkatimi yeniden Müslümanlığa çevirmem böyle başladı. Ne yazık ki Kuran’ı yeni kafa yapımla bir kez daha incelemeye vaktim yoktu artık. Ama yıllar öncesinin bilgileri yer yer aklımdaydı. Dahası, artık kuantum mekaniğine dayalı kendi araştırmalarımıza evreni farklı bir aspektten görebiliyorduk. Yeni bilgilerimle eski bilgilerimin sentezlenmesi sonucu
Müslümanlık hakkında -bence- yanıtsız kalan bir dolu soruya yanıt verebilen yepyeni bir vizyon sahibi oldum.
Bu noktaya neden pek az kimse gelebilmekte? Bu soruyu farklı şekilde sorayım: “Neden Müslümanlık bizim gördüğümüz şekli ile görülememekte, en azından genelde görülememekte?”
Kanımca bunun nedeni okültistlerin bilim, bilim adamlarının okültizm, din adamlarının ise incelemeci olarak bilim ya da okültizmle yakından ilgilenmemeleridir. Yani bizim söz ettiğimiz gerçekler aslında ortadadır, bunları biz büyük yeteneğimizle bulmadık. Bizim farkımız, bu üç alanın üçüne de araştırma yapmış olmamızdır.
Şimdi sizi cümle cümle yanıtlamaya geçeyim:
“Siz Müslüman misiniz?”
Hayır değilim. Ben paganistim. İslam'ın kurallar kısmı uygulayabileceğim eylemleri içermiyor. Ancak bu dine -birçok Müslüman adlı kişiden- çok daha derin bir hayranlığım olduğunu eklemek isterim. Belki de farklı inançtaki bir araştırmacının bu hayranlığı, söz konusu sistemin içeriğinin gücü hakkında delildir.
“Ve eger degilseniz de, HZ. Muhammed hakkindaki düsünceleriniz nelerdir?”
Benim kişisel düşüncelerimi geçelim isterseniz, ki hepsi çok olumlu; diğer alemle olan kontaklarımızdan aldığımız bilgilere göre inanılması ve saygı duyulması gerekli bir kişidir. Biz, ciddi bir araştırmaya girmeden önce -yanlış bir yöne ilerlememek adına- her seferinde kontaklarımızdan onay alırız. Yukarıdaki sözüm, bu süreçte yaptığım danışmada aldığım bilgidir. Ve altını çizeyim: Kontağımız olan (ya da olduğuna inandığımız) odaklar, pagan kaynaklı (kendi dünyamızla ilgili) bilgileri aldığımız (bir anlamda Müslümanlık ortamından olmayan) varlıklardır.
“Size göre Yaradan/Allah/Yahve/kuantum mekanigi neden elçiler göndermistir?”
Ben bir plan çerçevesinde -ya da şöyle diyeyim, sanıldığı şekli ile- elçiler yolladığına inanmıyorum. Bu sözlerimi basitleştireyim: Genelde sanıldığı gibi yukarlarda insan benzeri bir yaratıcının olduğu ve onun “Ben dinimi yaymak için bir insan görevlendireyim” dediğini düşünmüyorum. Bu durum evrenleri yaratacak yapıda bir gerçekliği ciddi ölçüde küçümsemek anlamındadır.
Bize göre, herkes kendi kontakta olduğu alanın bir anlamda elçisidir. Ancak bazı kişiler ait oldukları alan ile bizim “seçilmişler” dediğimiz yapının bile çok üzerinde kontakta olmakta; otomatikman (ya da doğal olarak) peygamberlik etmeye başlamaktadırlar. Hz. Muhammet’,in mağarada vahiy alması bence kontağın başlangıç noktasıdır. Giderek bu kontak güçlenmiştir. Bu durumda Hz. Muhammet’in bilinç gerçekliğinin (beyin EM alan dalga boyunun) yapısı önemli bir tetikleyicidir. Kendi kendine olan bu gelişim, tüm sistemin özü makrokozmosta bile söz konusu yaratıcı (Müslümanlıkta Allah) tarafından var edildiği için, meydana gelen kontağın Yaratıcı tarafından da var edildiği söylenebilir, bunda da bir yanlış yoktur.
Bu noktada kısaca vahiy alma, melek görme, varlık sahibi olma durumunu kısaca açıklayayım: Doğal EM alanları bir nehir yatağına, beyindeki EM alanları bu ırmakta akan suya benzetelim. Su, debisine, hava şartlarına ve aktığı toprağın yapısına göre yataklar meydana getirir, ırmaklar kimi zaman kurur, kimi zaman yataklarından taşarlar; ya da yataklarının kıyısındaki toprakları sökerler veya oraya minik parçaları yığar/biriktirirler.
Varlık sahibi olmak bir alanla kurulan ve geliştirilen kişisel kontaktır. Peygamberlik etmek ise ana alan ile rezonans denecek ölçüde senkronize olacak kadar alana benzemektir (aynı frekansta olmaktır). Özetle seçilmişlik, peygamberlik gibi gibi konumlar, hepimizin içinde olduğu bir süreçte, bir yapıda, bir arazide, bazı kişilerin yapıları gereği farklı şekilde öne çıkmaları, şahane bir nehire dönüşmeleridir. Ancak -bir kez daha yineleyeyim- nehri de, toprağı da asıl var eden bir ana yapı varsa (ki iman ortamında adı Tanrı, inançsızlık ortamında pozitif bir alandır), o zaman dileyen söz konusu peygamberlerin görevli yollandığına da inanabilir. Yani iki farklı görüşte de hata yoktur aslında; sadece bakış açıları farklı olduğu için, aynı olayı biraz değişik şekilde izlemektedirler.
“biz neden yaratildik, niçin var olduk sorusuna cevabiniz var midir?”
“Yaraticinin bütün bunlari yaratmadaki amaci ne idi?”
Yanıtların bulunamama nedeni bu denli kritik bilgilerin milenyum beynine sahip kişilerce (beyin kapasitesi, insanlığın sahip olduğu bilgiler arttıkça giderek gelişmektedir), günümüzden 1500 yıl önceki verilerle aranmasıdır. Bu bilgiler değerli olabilir; ancak onlar araştırmacıların elinde değerlidirler. Olağan kimselerin zor soruları yanıtlaması için yetersiz kalabilirler.
Şimdi sorunuz geçeyim:
Biz yaratılmadık. Biz koptuk. Yani gördüğünüz her şey aslında Müslümanlığa göre Allah’ın, paganizme göre Ana Tanrıça ve Baba Tanrı’nın, inançsızların ortamının “kuantum uzayı derin ve pozitif katmanları”nın, yani ana karanın, kopmuş yapılarıyız.
Aslında onun parçası olduğumuz için oyuz.
[Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” sözleri hatalı anlaşılmış olsa da, gerçeğin özetidir. Önceki bir yanıtımda söz ettiğim gibi, bizlere göre Hameroff’un “Kuantum uzayının ful estetik değerlerle dolu olan katmanı” olan Proto-Consciousness’i, Bohm’un Implicate Order’ı, Penrose’un non computable kuantum uzayı, Müslümanlıkta “Hak” (esma anlamı “Varlığı değişmeden duran”) olarak ifade edilmektedir.]
Şimdi kısaca bölünen evren teorisinden söz edeyim:
Tüm antik mitlojilerde yaratılış, çarpıcı şekilde benzer şekilde anlatılır. Öncel ve mükemmel bir bütünlük (dinsel ortamın Cennet mekanı, mitolojinin Hesperidlerin Bahçesi, Yunan mtolojisinin Elysion Bahçeleri, İskandinav mitolojisinin Valhalla'sı vb.) bir şekilde bölünmüştür. Madde evreni böyle var olmuştur. Bölen, yaratıcının çocuklarından olan bir alt tanrının saldırısıdır. Bu alt tanrı lider olmuş ve evreni kendi ihtiyaçlarına göre biçimlendirmiştir. Zeus’tan Marduk’a, neredeyse her mitolojinin bir bölücü baş tanrısı vardır. Araştırmacılar bu baş tanrıların Yahveh’in maskeleri olduğunu öne sürmektedirler.
Bölünme, bilim ortamında Büyük Patlama'dır.
Ancak dünyadaki iyilik kavramlarını son drece yetersiz bırakacak kadar güçlü bir iyiliğin kötülüğe yenilmesi, iyilik kavramının yapısı ile -bize göre- çelişiktir. Bu yüzden biz aslında bölünme olmadığını, bazı bölümlerin koptuğunu, ana karanın (cennet’in) değişmeden hala durduğunu (HAK esmasını anımsayalım) öne sürmekteyiz.
Peki, iyilik bölünmez, tamam; ama iyilikten parça kopar mı?
Bize göre parça da kopmaz. Ama kimi çocuklar (alanlar) koptukları hakkında hatalı bir kanı sahibi olabilirler!
Bu sözlerimizi Stapp ve von Neumann teorileri ile açıklıyoruz: Evren, sadece beyinde yer alan kuantum olayları ile var edilen bir SANAL BİR GERÇEKLİKTİR!
Yani aslında kopan parça da yoktur, koptuğuna inandırılan parçalar (alanlar, yani bizler, makrokozmos varlıkları) vardır. Dinlerin ünlü “Şeytan aldatması” sadece budur: Koptuğuna İNANDIRILARAK, ALDATILARAK OLUMSUZ BİR EVREN YARATAN VE KENDİNİ ORADA YAŞAMAYA TUTSAK EDEN PARÇALAR VARDIR. Kuantum mekaniği dili ile dalga fonksiyonu iken (yaratıcının çocuklarıyken, ya da farklı bir evrenin bireyleriyken), parçacık olarak çöken (makrokozmos varlığına dönüşen, bu evrende doğan) yapılarız bizler.
Yahudilikte Yahveh göklerdedir (hep üsttedir). Ne yazık ki bu görüş pop kültür Müslümanlığı ile Müslümanlığa da sızmıştır. Oysa Kuran’da Allah "Size şah damarınızdan yakınım" demektedir (Kaf 16). Zaten -bir kez daha anımsayalım- QM teorileri gerçekliğin -sanılanın aksine- aslında var olmadığını, mikrotübüllerin İÇİNDEKİ kuantum olayları ile yaratıldığını öne sürmektedir.
Gerçekte değil bölünmüşlük, kopmuşluk bile yoktur!
Var olan sadece algıda yanılmışlıktır, daha doğrusu NE tarafından yanıltılmışlıktır!
Bu durum Müslümanlıkta (ve Yahudilikte) İNSANIN ALDATILARAK CENNETEN ATILMASI olarak -bize göre- güzel şekilde ifade edilmektedir. Cennet orada, daha doğrusu her yerde, bir diğer deyişle yaratıcı her kalptedir. İnsan, hatalı bakış açıları ile gerçekliği olumsuz yarattığı için, bu hatası yüzünden, cennette değildir, KENDİ KENDİNİ aldanışları ile cennetten atmaktadır. Bakış açısı düzeltildiği anda, nano saniyede, cennet, Yaratıcı, Allah, Ana/baba Tanrı ile kontak kurulacak, göz bağları açılacaktır.
İyi insanların cennete gideceği söyleminin gerisinde bu gerçek vardır. İyi insan olmanın yolu olan erdemler aslında PE yaratıcı davranış modellerinden, yani aldanmışlığı aşma yollarından başka şeyler değillerdir. Madem ki PE, Yaratıcının frekansıdır, radyasyonudur, ona -erdemlerle- benzemek, onun -bir anlamda- dalga boyunu beyinlere perkitmek, senkronizasyonu yaratacak, hatalı evreni yıkacak, biraz abartalım: coherence meydana getirecektir.
Yani gerçeklik sandığımız şey, (hayatın dikenli yolları ile kaplı, acılarla dolu hayat) aslında tümüyle kişisel bilinç tarafından yaratılmış bir yanılsamadır. BU YÜZDEN an bazında cennet olarak bile nitelenebilecek paralel evrenlere atlamak, ya da bu evreni kişisel arzular yönünde var etmek mümkündür.
Bir noktanın altını çizeyim: Bu sözleri duyanlar “O zaman suçlular kendi suç cennetlerini kuracak olabilirler?” şeklinde ya da benzer eleştirilerde bulunabilirler. Oysa anlaşılamayan nokta şudur: PE ile senkronize olan beyin elektriği sahibinde suç adlı eylem ya da davranış silsilesi, hatta hata, artık uygulanabilir davranışlar değildir.
“Janus Beyfendi, ufuk açici siteniz için sükranlarimi sunarim."
Güzel sözleriz için çok teşekkürler. Kimsenin ufkunu açabileceğimize pek inanmıyorum. İnsanlar, hoş bir ortam varsa, baskı altında değillerse, kendilerine en uygununu HİSSEDEBİLECEK yetenektedirler. Siz bizim sözlerimize yakınlık duyduysanız, beyinlerimizdeki senkronizasyon yüzünden ufkunuzu bizzat açtınız demektir.
Bana beyefendi demeniz ise ayrıca beni sevindirdi. Aslında bana sadece Janus denmesini rica ediyorum; çünkü bu ad bir takma isim. Ama gerçek adımı kullanacak kadar bana yakın olsanız ve beyefendi deseniz, aynı şekilde karşılık görmenizden öte, beni çok mutlu ederdiniz.
[Bizim zamanımızda -kullanma inceliğini gösterdiğiniz- bu sözcük öylesine yaygındı ki… Sokak jargonu ile konuşan kültürdeki her kişi bile “Baba” yerine “beybaba”, “abi” yerine “beyabi” derlerdi. Kadınlara “hanımabla”, daha yaşlılara “hanımteyze” denmesi yaygındı. Hatalı politikalar sonucu köyden kente göç ile özgünlüklerinden kopartılmış insanların rahatsızlığı ile oluşan -çok olumlu diyemeyeceğim- kültür ile değil beyefendi ve hanımefendi, bey ve hanım sözcükleri bile yok oldu, onların yerini “abi”, “abla” ve “bayan” kelimeleri aldı. Benim kadar yaşlı olmayanlar, 1975 yılı sonrasını erişkin olarak yaşamayanlar, “Bay sözcüğü olağan ise, neden bayan tepki yaratıyor?” diye sorguluyorlar. Adı geçen antipatinin nedeni bayan sözcüğünün yukarıda söz ettiğim ve arabesk şarkıları da var eden acı dolu kültürün ürünü olması ve insanların bunu sezmeleridir.]
Birinin ban “abi” değil, Falanca bey, hatta beyefendi diye hitap etmesi (yani hanım ve bey sözcüklerini kullanması) bana eski, işlerin sanki daha bir yolunda gittiği, herkesin yerinde durduğu, yerinden sökülmemiş taşların kendi ağırlıklarında var olabildiği günleri anımsatıyor.
Bu geçmişe kısa yolculuk yüzünden ayrıca teşekkürler ederim.
DİP NOTLAR
[1]
Kuran yerine, Kuran-ı Kerim demenin PE celp edebileceğini anımsatayım: Kerim; çok, ama çok hayırlı bir esma, belki de henüz keşfedilmemiş bir çeşit bozondur. İslami majide zikir ile enerjisi uyandırılıyorsa, o zaman tek bir kez yinelemek bile onun güzelliğine bir dokunuştur.