iyi bitmemis bir iliskiye yeniden baslamak.
O yüzden size sormak istedim çünkü bu dengeyi kurmak çok zor. Cevabinizi sabirsizlikla bekliyorum, simdiden tesekkürler :)
YANIT
Yaklaşımınızın hatalı olduğunu söylemem gerek; çünkü her ilişkinin kendine özel yapısı vardır... tıpkı her sorunun “an”a (ortama ve şartlara) bağlı farklı çözümleri olduğu gibi… İlişkilerin (her ilişkinin) kesinlikle başarılı olmasını istemek adına tek bir formül aramak hüsranla bitecek bir çabadır bence; çünkü ilişkileri ilerleten yüzlerce dinamik, ya da bizim değimimizle “etkileşim içindeki farklı kuantum alanları”dır. Bunları bir şablona indirgemek imkansızdır.
Anaerkide kesin kurallar bu yüzden dışlanırlar. Hüner, tek bir doğru hamurundan kişilere ve şartlara özel çözümleri üretebilmekle ilgilidir; ki, bu yetenek erkeklerden çok kadınlarda bulunur. “Aydınlanma” olarak nitelenen ve “pozitivist” adı verilen ataerkil ortamlarda küçümsenen içgüdülerin has sahibi kadınlardır. ((Bu konuda bilgi edinmek adına IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER adlı yazımı okuyabilirsiniz.)
Kadınlar doğaya bu yüzden yakındırlar. Doğadışı yaklaşımı olan inanç, felsefe ve tüm izm’ler kadınları bu yüzden küçümserler. Özetle; ilişkinin içeriğini tüm detayları ile bilmeden (ki, buna fazlaca olanak yoktur) “yeniden başlamak” şeklindeki sorunuza yanıt veremem. İlişkiyi tüm detayları ile bilen ve kadın olan sizsiniz. :)
Cümlelerinize gelelim:
“Yani bu asamada geçmisi geride birakmak için hiçbir sey olmamis gibi davranmak mi, yoksa hatalarin farkina varilmasi ve saygili olunmasi için sorunlari konusup bir anlamda geçmisin hesabini görmek mi gerekir sizce?”
Sosyolojik (tüm ilişkileri başarılı kılacak) “doğru davranış modeli” olmasa da, bilimsel teoriler baz alınırsa bazı doğru davranış modelleri önerilebilir. Söz konusu önerilerden biri ise ETC temelli “konuşmak çözüme yardımcı olmaz” önermesidir. (Geçmiş hakkında kelimeler kullanılmadan hesaplaşmak olanaksızdır.) Kelimeler, düşüncelerin sesle ifadesidir. Yani kelime varsa, genelde bunun üreticisi bir düşünce de vardır. Düşünceler ise belli alanların (diyelim, geçmiş acı verici olayların) eksitasyonları sonucu üretilmiş fotonlardır. Eksite etmek, alanı yeniden canlandırmak, ya da canlı tutmak anlamına gelir. Oysa eksite edilmeyen alanlar zamanla (yaşamın “değişim” üzerine kurulu olması yasası nedeni ile) dağılacaklar, en azından güçlerini (yıkıcılıklarını) yitireceklerdir.
Olaya bilimdışı, pratik şekilde bakalım: Konuşma adlı süreç, karşı tarafa hatalarının kabul ettirilmesi gayreti ile doludur; oysa insanlara bir şey yaptırMAMAk, ya da bir şeyi kabul ettirMEMEk için uygulanması gerekli en etkin tavır, onları yaptıkları için suçlamaktır. Eş deyişle günün modası “konuşalım” yaklaşımı sonunda bu yüzden neredeyse her zaman tartışma çıkar… hatta işler çok, ama çok daha kötü yerlere varabilir.
[Erkeklere, hanımların sekste ihtiyaç duyduğu ereksiyon gücünü veren enerji bizleri sinirlenmeye (kendimizi frenleyememeye) daha eğilimli kılar. Bu yüzden hatalı davranan erkeklerle başa çıkma yöntemi erkek yöntemlerini değil, kadın yöntemlerini uygulamaktır. Hayatta kalabilmek, ya da acı çekmemek adına bedenen veya karakter olarak erkekliğe özenen bir kadın, orijinalin yanında ikinci sınıf kalmaya mahkumdur. (Bu sözlerim ile trans-bireyleri -yani topyekun karşı cins kimliğinde olmak isteyen, ya da olduklarını savunan kişileri- tenzih ederim.) ]
Kişisel görüşümdür, fazla üzerinde durmayın, ama bence yer etmiş sorunları olan ilişkiler rafine edilemez. Edilir, ama kişiler değişirse… ki, bu sonuç, pek az kişinin başarabildiği bir iştir.
“Hem bir seyleri halinin altina süpürüp samimi olmayan, iyi kötü hissettiklerimi dürüstçe söyleyemedigim bir iliski içinde bulunmak istemiyorum hem de sunu sunu yaptin diye hesap sormak istemiyorum ama anlasilmak istiyorum da ayni zamanda.”
Size kötü şeyler hissettiren bir ilişkinin nedeni karşınızdaki kişinin karakteridir ve bunu konuşarak, ya da kişinin davranışlarını eleştirerek değiştirebileceğinizi sanmak biraz aşırı iyi niyet, hatta saflık anlamında. Yapmanız gereken ya beklentilerinize uygun farklı birini aramak, ya da karşınızdaki kişiye -onu değiştirmeye çalışmadan- uyum sağlamaktır.
“Hiçbir seyi konusmayinca da nasil olsa affeder düsüncesine giriyor insanlar maalesef, saygi maygi kalmiyor.”
Bakın, bu farklı bir söz: Affetmekten söz edildiğinde bir suç işlenmiş demektir; ki, bu durum çok farklı gerekçelerle doludur. Öncelikle ortada gerçekten affedilecek bir suç (ihanet edilmesi, ciddiyetle verilmiş olan sözlerin nedensizce tutulmaması, sürekli yalan söylenmesi benzeri affetmenize gerek olacak davranışlar) var mıdır? Eğer varsa, suç işlemiş bir kişiyi -hatasını yüzüne vurarak- değiştirebileceğin sanmak insanlar ve yaşam hakkında fazla bilgi sahibi olmamak anlamına gelmektedir. Suç olarak nitelenebilecek davranışlara üç kezden fazla tolere etmemenizi öneririm.
İlişkide karşılıklı saygının olmaması taraflardan birinin (kimi zaman her iki tarafın) karakter defekti ile ilgilidir. Bu gibi köklü kişilik hatalarını konuşarak, ya da onları suçlayarak gidereceğinizi sanmak çok hatalı bir yol bence. Yapılması gereken bu gibi kişileri bir anda silmek, yok farz etmek, yeniliklere pencereler ve giderek kapı açmaktır.
“Hem kaybedilen güveni geri kazanmak, hem de heyecani yeniden yakalamak için ne yapmaliyiz?”
‘umutsuzca olmusla ölmüse çare yok demeyeceğinizi’ sözleriniz ile ifade ettiğiniz umudunuzu boş çıkartmak ve sizi düş kırıklığına uğratmak zorundayım: Bir şey bitmişse bitmiştir. Hatalar, affedilebilir; içeriklerine uygun şekilde hoş görülebilir, üzerlerinde durulmayabilir. Kişilerin karakterlerine bağlıdır bunlar. Ancak güvenin kalmaması, geçmişte affedilememiş bir dolu hatanın varlığına kanıttır ve -bence- bir sondur. Ayrıca, güveni sarsacak davranışlarda bulunmuş kişileri (tabidir ki güven bir iki hata ile sarsılmadı ise, yani aşırı hoşgörüsüz değilseniz) ilişkiyi neden sürdürmek istediğinizi gerçekten anlayamadım? Güveni sarsacak şeyler yapmak bence önemli bir hatadır.
İlişkilerde yitirilmiş heyecan için ise bu kadar hoşa gitmeyecek şeyler söylemeyeceğim. Heyecanın yitirilmesi, kişilerin karakter defektlerinden kaynaklanmayabilir. İlişkide hatalı davranışlar (örneğin karşı tarafın beklentilerini analiz edememe) her zaman kişilik kusurları ile ilgili değildir. Yaşam bilgisi eksikliği, ya da hatalı doğrulara inanmak da ilişkideki pırıltıyı zayıflatabilir.
Böylesi bir değişiklik adına öncelikle “heyecan” sözcüğünden ne anladığınızı analiz eteniz gerekir. Eğer benim anladığımı, yani cinsel heyecanı, kastediyorsanız, bu sonucu yaratmak adına ilk adımda özel ortamlarda kendinizi rahat bırakmanız lazımdır. Stres içindeki kişilerin (ki, söz konusu stresin nedeni son derece iyi niyetli de olabilir; örneğin kişi, karşı tarafı mutlu edemeyeceği kaygısı yüzünden strese girebilir) beyin elektriği nasıl karşı tarafı olumsuz etkiliyorsa; rahatlık, sevinç, eğlence, heyecan, coşku içindeki kişilerin beyin elektriği de -eğer karşı taraf aşırı kapalı bir kimlik değilse- partneri kesinlikle, kesinlikle, kesinlikle etkiler. Eş deyişle ilişkilere heyecan katmanın ilk adımı kişinin beyninden kaygı, tasa, endişe gibi duyguları silmesidir. İyi niyetli, verici, uzlaşmaya hazır kişilerin ilişkilerinin yolunda gitmeme nedeni söz konusu duygularıdır genelde. Nasıl ki hayata korkusuz, güven içinde, keyfi dolu bir bakışınız olduğunda işler genelde iyi giderse; karşı tarafın istek ve beklentilerine duyarlı, ama kendi içinde de rahat ve keyifli kişilerin ilişkileri de başarılıdır. Bu formülün içinde pozitif kişilerin negatif kişileri (örneğin güveni sarsan davranışlarda bulunanları) çekici bulamayacağı gerçeği de vardır. ;-)
“Böyle bir süreçte siz olsaniz nasil bir yol izlerdiniz?”
Ne yapardım demeyelim, genelde ne yapıyorum diyelim: Yeterince şans verip, işin çıkmazda olduğuna inanınca lahzada silip atıyorum. :) Hiç abartmıyorum. Kendime sevgim; sekse duyduğum sevgi ve ihtiyaçtan önemli… ki, bence bu duygu her bir kişide var. Belki biraz gömülü… ama var. Bu duygu bir egoizm değil; çünkü değerli kişileri de dışlama, kendini hep ön planda tutma eğilimde değil, kişinin kendine duyduğu saygı ile ilgili.
Yaşamım çok, ama çok değerli… Hayır, “hayat kısa, bu yüzden gününü gün et” sözleri -mutluluktan çok rahatlık ve keyif duygusunu savunduğumuz halde- bize uygun değildir. Hayat, dikkatle ilerlenmesi gerekli, kaygan zeminlerle dolu bir alandır. Hayat, bu zeminde keyif aramakla ilgilidir, başıbozuk şekilde değil! Ayrıca “hayat kısa” şeklinde başlayan yukarıdaki cümle, ölüm ötesinde dünyasal güzelliklerin olmadığını, bu yüzden dünyada elde edilenlerin kişi yanına kar kalacağını düşündürmektedir. Oysa dünyadaki -hatalı yaklaşımlarla- çokluk elde edilemeyen güzellikler, diğer alemdekilerin yanında suyuna tirit tatsızlıklardır. Bu yüzden evrim yolunda alacağı daha çok ders olan sevgili kişiye hayatta başarılar diler, elimden geldiği kadar hızla yanından fertiği çekerim. :D
Evet; bir süre partnersiz, yalnız kalacak olabilirim… Ülkemizde partner bulmak herkes için fazlaca kolay olmayabilir; üstelik ben yaşlı biriyim. Ama yalnız değilimdir; çünkü beni en seven, en iyi anlayan, en iyi dostumla; KENDİMLE birlikteyimdir. Gelişmemiş beyin elektriklerinin bizi örselemesine izin veriyorsam o beğenmediğim, bana acı veren hazretle henüz aynı sınıftayım demektir. ;-)
Sıradan kişilerin beyinlerine bizimki kadar hakim olmasını beklemek biraz aşırı niyettir. Yani olağan insanlar, örneğin siz, bizim bu yeteneğimize sahip olmadığınızı düşünüp, daha da kaygılanabilirsiniz. Ancak unutmamanız gereken, bizlerin de bir zamanlar sizin gibi olduğumuz, sizin gibi düşündüğümüz, sizin gibi boşuna acı çekip durduğumuzdur. Biz nasıl öğrendikse, bize nasıl öğrettilerse, siz de öğrenebilirsiniz. Değişmek an bazında mümkün olsa da, hatalı alanlar aşırı kökleşik ise zaman verin. Değişim, karşı konulamayan tek şeydir! Değişmiyorsanız kendinize kızın biraz. Bir kez daha başlayın. Her başarısızlık, hem doğru yolda olduğunuzun belirtisidir, hem de bir antrenmanı daha bitirdiğinizi anlamındadır. Antrenman yapmadan o bacak nasıl esneyecek, o adale nasıl gelişecek, o beyin elektriği nasıl pozitive olacak?
“Aslinda bunlarin cevabi da uygulamasi da hem kolay hem zor biliyorum.”
Valla, kusura bakmayın ama hiç de zor-mor değil. Bu cümlenizi “seçme ataerkil palavralar” klasmanına alırsak, üst sıralarda yer bulacaktır. Hayatı, palavralara kanıp kasarsanız; kendinizden başka kimseyi de suçlamamanız gerekir. (Ha, ataerkiyi suçlayın biraz isterseniz. :) ]
Gerçekten, gerçekten, gerçekten, yemin ederim, zor olan bir şey yok. Size acı veren kişilere böyle yapışıp kalmak ve -darılmayın- alelacayip laflar üreterek kendini pek haklı görmek ne gereksiz zaman kaybı… Hep üstte olan o hazret şahane besleniyor yine.
Tanrı aşkına ataerkiyi, göklerdeki hazreti, yok bilmemneyi de fazla kafaya takmayın. Şu anda (yazının sonunda) BEYNİNİZİ BOŞALTIN, gülümseyin, derin bir nefes alın, ohh çekin (Ohhhhh deyin), gözlerinizi kapatıp dağılın sizi hasretle beklene pembe evrene… Pırt diye silin size acı veren saçma sapan tipleri… (Pırt sesi önemli, çükü çok kişiye komik geliyor.) İşte değilseniz banyoya koşup yüzünüze su vurun, bir bardak su için (biz bu davranışların solitonlara kısa süreli de olsa yön verdiğine inanıyoruz) ve an bazında minicik yeni bir sayfa açın. Bu sayfacıkların sayısı fazlalaşınca, bakacaksınız koca bir ansiklopedi olmuşlar.
“O yüzden size sormak istedim çünkü bu dengeyi kurmak çok zor.”
Bakın bu doğru bir söz. Dengeli olmak, evrimin en son basamağıdır. Ama dengeli olmak adına yapılacakları da iyi bilmek gerek: Sorunuzdaki düşüncelerden (kafa yapısından) sıyrılın; konuşmaları, çözüm üretmeleri, ilişkide saygıyı (ve bilumum ataerkil martavalları) unutun. Descartes ile Kartezyanizm doktrini tartışma meclisinde değil, karşı cins ile eğlenme ortamındasınız. ;-) İşi fazla ciddiye almayın. Siz HAFİF olun ve keyif üretin ki, bu enerji ilişkilerinize de yansısın. Hayatı kasarsanız dengede olmanız zorlaşır. Hatalarınızdan da korkmayın. Denge her zaman yalpalayarak bulunur. ;-)