Benim kisa bi sorum var. Karsi cinsle iliskiler konusunda babamdan beri çok sansli sayilmam. Taliplerim konusunda da söyle ki beni begenenleri ben begenmiyorum. Benim begendigim de beni begenmiyor. Ya da bir iliskiye baslayacak olsam içine fenaliklar basiyor. Üseniyorum, zor geliyor ilgi göstermek. Çirkin bir kadin degilim aslinda boyum kilom orantili, yasimdan küçük gösteriyorum. Ben iliskiler konusunda beyin elektrigimi nasil düzeltebilirim? Karsima begenecegim birilerini çikartmak için beyin elektrigimi düzeltmem lazim. Meditasyon da yaptim ama pek ise yaradigini söyleyemem. Ne gibi tavsiyeler verebilirsin, elestirilere açigim.
YANIT
Okurken gülümsediğim sorulardan birini de siz yazmışsınız. :) Sakın yanlış anlamayın, gülümseme nedenim ukalaca bir küçümseme değil. Yazdıklarınız beni ifade ettiği
için bu tebessüm… Özellikle "iliskiye baslayacak olsam içine fenaliklar basiyor. Üseniyorum, zor geliyor ilgi göstermek" cümlesi tam da beni ifade etmekte. :) (Ciddi
ilişkiler –gençler fark etmese de- adamın omuzlamak zorunda olduğu ağır bir yük… tabi ki allahın cezası bir herif değilse, birlikte olduğu hanımı mutlu etmesi
gerekliliğin erkeklik şânının kalemlerinden olduğunu bilincindeyse.)
Sizden önemli farkım ise bu durumun üzerinde hiç durmamam, yani "neden böyle" diye kafa yormamam. Anaerkinin temel görüşüdür yapılanların nedenselliği hakkında fazla
arayışlara dalmamak. Yaklaşımların gerisinde yüzlerce etmen vardır; ama kötü haber odur ki, bunu bulup çıkartmak ya da bir cümle ile teşhis koymak –bize göre-
imkansızdır. Yerine, size ne kazandırıp ne kaybettirdiğini fazla düşünmeden (ama diğerlerinin de alanına girmeden) istediğinizi yapın, yani olduğunuz gibi yaşamaya
koyulun. (PEniz varsa, kayıplar önemli düzeye gelmeden garip bir alarm verilme mekanizması işler.)
Bizler –belki de biliyorsunuz- cinselliği ön planda tutarız. Müslümanlığa büyük hayranlığımıza karşın, "Müslümanız" diyememe nedenlerimizden biri şudur: Müslümanlıkta
cinsellik -olaya Hıristiyanlık ya da Yahudilik zaviyesinden bakınca akıl almaz şekilde- serbesttir, çağdaş hayata yakın şekilde onurlandırılır… ama eşleşme bazındadır!
Bizlerde ise bu sınırlama daha geniştir. İnancımızda/kültürümüzde de eşleşme kutsaldır, ama birden fazla kişi ile de –tabidir ki kesin kural değildir, her iki kişinin
de KARŞILIKLI İSTEĞİ BU İSE- yapılabilir. Bu kadar laf ile söylemek istediğim asıl şey ise eş ile olmanın bizim için önemini vurgulamaktır. Ancak bu temel görüşümüze
rağmen size "Neden kendinizi şanssız olarak niteliyorsunuz? Bunu hiç anlamadım" diyebiliyorum.
Değerli kardeşim, beyin elektrğnizin bozuk olduğu sonucuna neden vardınız? Bu teşhisi neden koydunuz? Neden kendinizi genellemek, ya da dayatılan bir doğru kalıbına
sokmaya bu kadar meraklısınız? Sormanız gereken soru "Ben bu durumdan zarar görüyor muyum?" olmalıdır sadece. Darılmayın ama zarar-marar görmediğiniz "iliskiye
baslayacak olsam içine fenaliklar basıyor" cümlenizden bence anlaşılıyor. Peki, neden kendinizi içinize fenalık basan bir davranışı yapmadığınız içi beyin
elektriğinizin bozuk olduğuna inandırdınız? Ataerkil kültürün en büyük tuzağı insanları "doğrusu bu" diye "kakaladığı" birkaç kalıba sokmasıdır. Oysa kaç adet parmak
izi varsa, o kadar da karakter vardır… ve bu karakterler bence gerçekten yaşanabilseler zararsızdırlar. Bazı insanlar –benim gibi- çok eşlilik ile rahat ederler… bazı
insanlar aseksüel olarak. Bazı kişiler bir barda, ya da restoranda yalnız oturmayı, seyahatlere yalnız çıkmayı, önemli günleri yalnız (kendi kendilerine) kutlamayı
yeğlerler. Bazıları yanlarında başka insanlar olmadan kendilerini kaybolmuş hissederler. Kimi gezmekten hoşlanır, kimi evde oturmaktan. Liste sınırsız uzundur. Lütfen
kendinizi ite-kaka "basmakalıp kalıplara" :) sokmaya çalışmayın.
" beni begenenleri ben begenmiyorum. Benim begendigim de beni begenmiyor."
Bana gelen sorulardan bazen insanların neden kendilerini bu kadar diğerlerinden farklı saydıklarına bakıp şaşıyorum. Sizin de bu yazdığınız durum, milyarlarca insanın
sıklıkla yaşadığı son derece olağan bir yapıdır. Zor olan eşleşmedir. Kimi kişiler bu zorluğu fark etmeden, fazla ciddiye almadan (ki, bunda da hiçbir yanlış yoktur)
eşleşiverirler… ama kaçınılmaz olarak giderek aslında pek de eş olmadıklarını anlamaya koyulurlar. Kimleri ise sizin gibi (bunda da yanlış yoktur) belirli kriterler
bazında seçim yapmaya eğilimlidirler. Bu gibi kişiler zor eşleşir, ama eşleşince belki de daha az sorun yaşarlar. Makronun –tıpkı kütle çekimi ya da elektromanyetizma
gibi- temel yapısı gereğidir bu durumlar. Siz, daha güç eşleşenler, biraz fazla yalnız olsanız da, sonunda turnayı gözünden vurmaya daha yatkınsınızdır.;-)
Bu bilgilerden sonra mesajınıza biraz daha derin ve dik gözlerle bakalım:
Siz acaba söz ettiğiniz gibi her ilişkide sıkıntı yaşayıp ilgi göstermekte zorlanıyor musunuz, yoksa birlikte olmanız gereken kişiler beğendikleriniz olmadığı için mi
zorlanma yaşıyorsunuz? Yani acaba beğendiğiniz kişilerin sizi seçmemelerinden biraz fazla mı üzüntü duymaktasınız?
"Karsima begenecegim birilerini çikartmak için beyin elektrigimi düzeltmem lazim."
Ama beğendiğiniz kişilerin olduğunu (onların sizi seçmediğini) söylediniz. Demek beğendiğiniz kişiler çıkıyor. O zaman neden beğeneceğiniz birilerin çıkması için
değişmeniz gerektiğine inanıyorsunuz?
Sizi üzen konu gerektiği kadar beğenilmediğinizi düşünmek olabilir mi?
Herhangi bir konudaki kaygı, içeriğinde korku (NE) taşıdığı için o kuşkunun realize olması için yakıttır. Bu nedenle öncelikle umarsız düşünceleri durdurun, sadece
düşünmeyin. Düşünmemeye çalışmayın, düşünmeyin.
Ya da kısaca düşünüp ne istediğinize karar verin (gözlem yapmak ile var olanın nedenselliği hakkında felsefe yapmak farklı işlerdir): Asıl arzunuz eşleşmek mi, ideal
eşi bulmak mı?
İsteğiniz ilk seçenek ise pop kültür dediğimi ile "çıtayı düşük tutmak", beklentileri aza indirgemek gerekir. Hiç ummadığınız kişilerin giderek size keyif vereceğine
inanın.
Eğer ideal eşe oynuyorsanız… o zaman sabır adlı erdemi güç ile sırtlayın. Doğru adımları atarak beklerseniz, beklenen daima, eninde sonunda gelecektir. Atalarımız
boşuna "arayan bulur" demişlerdir. :)
İş ki ne istediğinizi doğru saptayın ve seçiminizi elde etmek için özveride bulunmaktan (pek istemediğiniz erkeklere evet diyerek onları denemekten ya da beyaz arabalı
prensin gelmesini beklemekten) geri durmayın.
Size, olduğunuz gibi yaşamayı önersem de, yine de "bana göre doğru olan"dan da söz etmeme izin verin.
Belli bir model "mükemmel" yaratıp onu aramak, bulamamak için bir ortam yaratmak anlamına gelebilir. Kimsede ne cevherler olduğunu uzaktan bakarak anlamak güçtür.
İnsanlara –pek de hoşlaşmadıklarınız bile- (bu hazretler ister patron olsunlar, ister komşu; ister eleman, ister flört adayı) şans vermek, onlara –burası önemli- tek
kaş havada inceler pozisyonunda değil, iyimserlikle şans vermek, ummadığınız güzel sonuçlar var edebilir. Atalar bu gerçek adına "nikahta keramet vardır" sözünü var
etmişlerdir ve bence manası "seks yapan anlaşır" değil, "yakınlaşan, birbirini yakından tanıma fırsatı bulan, giderek uzlaşabilir"dir. Eski sevgililerinizi anımsayın:
Belki de pek çoğu için "Yav, ben bunu nasıl sevmişim?" diyeceksiniz. Ama adam hala da aynı adamdır. Değişen sizin beyin alanınızdır. Yani beyin alanı değişince
kurbağayı öpmeye gerek kalmaz, o kendi kendine prens olur. Beyin alanı frekansını kişilere biraz daha –iyimserlikle- yaklaşma kararı ile (anlayışınızda farklılık
yaratarak) değiştirebilirsiniz.
Söz konusu değişiklik ile insanlara pozitif yaklaşımla şans verirseniz, uzaktan itici bulduğunuz nice adamda sizi sımsıcak edecek "aşık-ı maşuk" kapasitesi
bulabilirsiniz. Bu buluş ise gözlerinize sihirli su sürecek ve o öncenin "esnaftan sülüman adamcağız"ı birden uyuyan güzeli öpmesine fırsat kalmadan prensesin onun
uzaktan gelişini hissedip "dapduru fonga" gibi ayağa dikileceği bir prense dönüşecektir.
Çok şey aramak, pek değerli ve de önemli kurallar/gereklilikler kapsamına yapılan şablonlara uymayanları "cart" diye ekarte etmek, sinesine prens kapasitesi taşıyan
nice hayranın başka uyanık hanımlar tarafından kapılmasına neden olur. "Eğlence" adlı kavrama bürünün, her şeyde var olan matrak yanı keşfetmeye programlayın beyninizi
(o öğrenecektir, her şeyi öğrenmeye ve DEĞİŞMEYE programlıdır). Şofben alelacayip bir yere monte edildiği için her ocağı yakışınızda kafanızı köşeye vurunca bu haldeki
komikliği görüp kikirdemeyi becerin (bu örneği neden verdim acaba? :DD). Beyninizi esaretten (ataerkil dingilliğin ittirmecelerinden) kurtarın… yeniden doğun.
Gözlerinizi yeni açtığınız hayatın ne kadar şen ve kolay olduğunu göreceksiniz.
Şunu da unutmayın: Erkekleri prense çevirmenin bir yolu da cam tabutta uyuklayarak beklemek DEĞİL; olabildiğince çok adaya şans vermek, onlara ÖNCELİKLE sıcak
(feminen, venüsyen) yaklaşmak ve bizlerdeki katılığı sulandırmaktır. Lütfen inanın; pek çoğumuzun içindeki prens de cam tabutta uyumaktadır. Kadınca bir atak
yapın, ilk adımı siz atın. Karşınızda bu güzelliği fark edemeyecek, tabuttan ayağa fırlayamayacak bir hödük varsa "bysssss" çekmekten kolay ne var?
Demek ki neymiş?
-
Hayatı –heyecan vericiliği sorunlarında doğan- eğlenceli bir olaylar silsilesi olarak algılayın. (Indiana Jones'un serüvenlerini yaratan, senaryoda sorunların (kötü adamların) olmasıdır. ;-)
-
Şablonlarınıza pek oturmayan adaylara pozitif yaklaşımla şans verin.
-
Verdiğiniz şansta "kendi prensini kendin yarat" adımlarını atıverin.
Bence harika ilişkiler kurmakla kalmayacak; evrene muhteşem adamlar armağan edeceksiniz.
" Seni beyin elektrigimizle geri döndürmüs olabiliriz :D"
Ben de hep bundan kuşkulandım zateeennn. :) Sizi gidiler siziiii…
" Ama mutlu olman bizim için her seyden daha degerli, o yüzden istedigin zaman yine gidebilirsin :)"
İşte bir kadın… Dünyayı kurtaracak; makroya son verecek dalga fonksiyonunu yaratacak dalgaboyu… Sizi seviyorum ben ya… :) Bu yüzden sizlersiz duramıyoruz. Bu yüzden
akıl-makıl dediğinizde kaçıp gidiyoruz. Sizlerden bizi kurtarmanızı, biz olmamanızı için-için istediğimiz için.
Lütfen değişmeyin… olur mu?
Janus'tan not:
"Selamlar Sevgili Janus" demişsiniz. Bana sevgili dediğiniz için şahsınıza teşekkürler eder; sizin nezdinizde bana "sevgili Janus" diyen her soru sahibine de şükranlarımı sunarım. Hepsi aklıma… Teşekkür etmeyi -ihtiyarlık sağ olsun- unutuvermişim… Yeni fark ettim. :)