Geçmis iliskilerini her anlatisinda (ki ben sormadigimda da anlatiyor adam çok rahat biri) çok fazla yalan konustugunu fark eder oldum. Hikayeleri degistirip duruyor. Bi öyle anlatiyor Bi böyle.
Sizce ask nedir? Öncel evrende anlatilan ask sipsevdiligi kapsar mi? Bir insan her kadina/adama asik olabilir mi? Sana sorma nedenim su. Siz rahat bir ruh durumuna ve eglenceye önem veriyorsunuz. Sevdigim adam ise tam bir eglence insani. Olaylari (mevcut sorunlarimizi) konusmayalim ya da üstünü kapayalim ama yeter ki eglenelim. Gezelim tozalim seviselim. Adamin tüm gayesi bu. Açikçasi ayak uydurmaya çalistim ama ben böyle biri degilim. Sorunlari çözüp (ki bizimkiler çözülemeyecek sorunlar degil) yolumuza bakalim diyorum. Bana tavsiyeniz var midir? Bilmiyorum kafam çok karisti. Kendisi habire dert anlatiyor ama kendi dertlerini, konu bize gelince eglenceye önem veriyor. Bana çokça para da harciyor (Oglak burcu yükseleni aslan, ben yengeç yükselen ikizler) geziyoruz ama saçma sapan yalanlarina kafam çok takiliyor.
Sizin formatiniza uygun bir soru olmadi farkindayim cevaplarsaniz çok mutlu olurum. Isi evlilige dogru götürmek istiyor basindan beri ve ben içses olarak bunu istemiyorum. O derece bunaldim ki sormak istedim... Kolayliklar dilerim. Yaso.
YANIT
Yine işin kolayına kaçayım, makale gibi yanıt yazacağıma, cümleleriniz üzerine konuşalım. (Yanıtımda yer alan tüm düşüncelerin paganizm temelinde olduğunu, yerleşik anlayışla kimi zaman çelişebileceğini lütfen göz ardı etmeyin.)
" hayatinda asiri derecede kadin olmus (20'den fazla) 12 sene içinde ve neredeyse her kadina asik olmus. Kadinsiz dönemi hiç yok."
Bir erkeğin ilişki sayısından daha önemli olan, onun ilişkilerdeki başarısıdır. Başarı derken kastettiğim, bireysel olarak mutlu olması kadar, mutlu edebilme kapasitesidir. Az sayıda ilişki içine girip ardında sürekli kırık kalp bırakan bir erkeğe göre, ondan daha fazla sayıda ilişki yaşamış ama her ilişkinin tadına varıp/vardırmış bir diğer erkek çok da başarılı sayılabilir. Bu nedenle bana kalırsa bir erkeği deşifre ederken ilişki kantitesinden çok, kalitesine odaklanmak gerekir.
" Geçmis iliskilerini her anlatisinda (ki ben sormadigimda da anlatiyor adam çok rahat biri) çok fazla yalan konustugunu fark eder oldum."
İzin verirseniz kendimden söz edeyim (bir kriter olmadığımın bilincindeyim, ama burası benim sitem ve bizatihi bana soru yöneltilmekte olduğu için, kendimden örnek vermekte bir beis görmüyorum): Ben de hanım arkadaşlarıma eski serüvenlerimi eğlenceli öyküler gibi, ama ballandırmadan, daha çok bir vakanüvis yaklaşımı ile anlatırım. Kıskançlık yaratmak kesinlikle NE celp eder; ama geçmiş yaşananları anlatmak –bence- faydalı bir davranıştır. Eğer olmasa, Tarih adlı bilim çöp olurdu, öyle değil mi? Geçmişte yaşananları "tarafsızca ve eğlenceli biçimde bildirmek", ilişkiyi daha kolay rayına sokacak olabilir.
Kıskandırmak kadar, yalan söylemek de bir NE odağına dönüşme yoludur. Buna rağmen "yalan söylemek zorunda kalmak" ile "yalancı olmak" farklı şeylerdir. İnsanlar bazen gerçeklerini anlatmamak için gerçekdışı şeyler söylemek zorunda kalabilirler. Genel kanının aksine, bence bir kişi en yakınına bile her şeyini söylemek zorunda değildir. Yalanın, "yalan" adlı NE odağı olması için sözlerin dinleyenin aleyhine durum yaratacak, söyleyene haksız kazanç sağlayacak içerikte olması gerekir.
Bu düşüncemiz Müslümanlıkta da yer alır. Konu hakkında üç hadis paylaşmak isterim:
"İki Müslüman’ın arasında sulhü sağlamak kastıyla yalan söyleyebilirsin." (Tirmizî)
“İnsanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir.” (Kaynağını bulamadım)
“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.” (Buharî)
“İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanlarını arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı —ailenin düzeni için söylediklerinde...” (Müslim)
Görülmekte ki önemli olan (iyiliği yaratacak olan) davranış biçimi değil (belli kalıplara uymak değil), NİYETtir (bize göre beyin elektriğinin dalgaboyudur). Sulh-u salâh (rahat yaşamak) için bazı "çalımlar atmak" gerekebilir; ama çıkar için gerçekleri çarpıtmak bundan farklı bir şeydir.
Arkadaşınıza gelelim: Onun eski aşkları ile yaşadıklarını farklı şekillerde anlatması üç şekilde yorumlanabilir:
- Biraz sizi, biraz kendini eğlendirmek için olayları –gerçek temelinde yapılan hafiften eğip bükmelerle - anlatmakta olabilir.
- "Kendini yüceltmek" gibi amaca sahip olup, her defasında bu amaçla olayları farklılaştırabilir.
- İlk başta anlatmaya çekindiği şeyleri hafif tertip dile getirip, sizden tepki gelmeyince daha gerçekçi anlatılmalara yönelmiş sayılabilir.
Bunlardan hangisinin doğru olduğunu bulmak size düşer.
Sizce ask nedir?
Hemen yanıt veriyorum: Bölünmüş androgynous1
bütünlüğü yeniden birleştirip Cennet'i yaratmak için var edilmiş ilahi bir frekans. :)
Öncel evrende anlatilan ask sipsevdiligi kapsar mi?
Şıpsevdilik olarak nasıl bir davranış modelini düşündüğünüzü bilemeyeceğim için bu konuda çok kesin konuşamayacağım. Yine kendimden örnek vereyim: Kolay aşık olurum, çok hanıma aşık olabilirim. Şıpsevdi denilen ve biraz olumsuzluk içeren kavramı hala da kendime uygun görmem; çünkü çok sayıda olsa da, birlikte olduğum her hanım –kısa ya da uzun vadeli olsun- gözümde aynı önemdedir. Diğer yandan çok uzun dönem bir hanımla birlikte olan ama duyguları çok sıcak olmayan; ne hanımı, ne de kendini "ısıtamayan" bir erkek "mükemmel" sayılabilir mi? Dediğim gibi, ilişkilerin sayısından çok, içeriği incelenmelidir kesin kararlara varmadan önce. Bazı yanlış doğruların temelinde tek eşlilik düşkünü ataerki bulunabilir. Öncel evrenden yansıyan kutsal frekans sayıca bir kısıtlama getirmez. Anaerkinin savunduğu doğru –ister kısa ömürlü olsun, ister uzun- ilişkilerin karşı tarafa doyum yaşatması gerekliliğidir.
" Bir insan her kadina/adama asik olabilir mi?"
Bir kez daha kendimden söz edeceğim. Hiç abartmıyorum, her kadına aşık olabilirim. Geçmişimde engelli hanımlar oldu, çok yaşlılar oldu, çirkin demeyeyim, çok güzel olmayan hanımlar oldu, genelde çevrece pek onaylanmayan hanımlar, tek memesi alınmış hanımlar oldu… İlk eşimin -onu tanıdığım zaman- ciddi bir cilt hastalığı vardı. Beni hiç etkilemedi. Hepsi de –gerçekten- benim için çok, ama çok değerliydiler. Erkekleri (tabidir ki hanımları da) tek bir modele -ite kaka- sokmak bence doğru değildir. Doğru olan seyrek şekilde aşık olabilmek, sıklıkla aşık olabilmekten, zor beğenmek ya da her kadına aşık olabilmekten çok, "güzel sevebilmek" (örneğin sevilen için özveriler yapabilmek) ve bunu karşı tarafa hissettirebilmektir. Yukarıda dediğim gibi, aşk işlerindeki başarı karşı tarafa yaşatılan heyecan, yaratılan eğlence duygusu ve verilen doyum ile ölçülmelidir.
Siz rahat bir ruh durumuna ve eglenceye önem veriyorsunuz. Sevdigim adam ise tam bir eglence insani. Olaylari (mevcut sorunlarimizi) konusmayalim ya da üstünü kapayalim ama yeter ki eglenelim. Gezelim tozalim seviselim. Adamin tüm gayesi bu.
Bizim sistemimiz KESİNLİKLE bir zevkçilik felsefesi üzerine kurulu değildir.
[Rahatça söyleyebilirim ki, hepimiz (beni okuyan nice kişiden misli ile fazla, belki de birçok kişiye "boğucu/can sıkıcı" gelecek kadar) disiplinli adamlarız. Çok sevdiğim bir hanım arkadaşım gündelik programımı "askeri kışla"ya benzetmiştir. Aynı saatte yatar, aynı saatte kalkar, aynı miktar uyumaya çalışır, belli bir düzen içinde beslenir (her şeyi yer, ama az miktarda tüketir), her gün tartılır, 200 grlık farklılıklara bile uyanık olur, aynı saatlerde antrenman yapar, aynı saatlerde maji çalışır, aynı günlerde eğlenir, dağıtırım. Sevdiklerimle görüşmelerimin önemi, bu programın önemi yanında ikincildir; çünkü programın aksaması giderek dağılmasına, programın dağılması hem çalışma kapasitemin, hem sağlığımın bozulmasına, bu dağılış ise, sevdiklerimin beklentilerini karşılayamama neden olacaktır. Janus, bu gerçekler bazında bir bütündür. Beni seven, programımı da sever. ;-) Nasıl ki Müslümanların namaz saati önemli ise, benim de programım aynı ölçüde önemlidir.
]
Sistemimizin içeriğindeki "istemediğini yap" önermesi olması zevkçiliği savunmadığımızın kanıtıdır. Öğretimiz, dıştan bakınca "pek eğlenceli" görülse de, o kadar da kolay değildir.
Diğer yandan bizler eğlence insanı olmakta bir sakınca da görmeyiz; bilakis, bu kimlikleri destekleriz. Hayat fazla ciddiye alınacak bir yer değildir. Disiplinli olmayı sevmek ile eğlenmekten anlamamak farklı şeylerdir. Bizler –güvenli şekilde, kimseyi tedirgin/rahatsız etmeden- "dağıtmaya" (olağan sınırları biraz esnetmeye) da inanırız. Eğlenen kişinin dopamin sistemi faaldir ve bunun anlamı beyin süredurumunda PE olmasıdır.
Mevcut sorunları konuşmak ise bizim dünyamızda hiç tutulmaz; çünkü konuşarak bir iş halledilmez; sadece önce tartışma, sonra kavga çıkarılır. Kötü bir örnek olacak ama eşleri tarafından hayatına son verilen hanımların pek çoğu o feci ortama "konuşalım" amacıyla gitmişlerdir.
Çok katı olacağım: Kimseyi konuşarak değiştiremezsiniz. Arkadaşınızda sizi rahatsız edecek huylar bulunabilir, bunlardan rahatsız olduğunuzu anlatma yolu "sorunları konuşmak" değil, kendinizi –rahatsızlık oranınız ölçüsünde- geri çekmektir. Bu davranış araya mesafe koymadan önce biraz soğuklaşmayı içerebilir. Azdan başlamak en iyisidir. Mesaj vereceğim diye insanları zorlamak da ters tepki yaratır. "Arif olan anlar." Gücü yetiyorsa, sizsiz duramazsa, isteği varsa değişmeye çabalar.
Şu da önemli: Karşınızdaki kişi aşık olduğunuz kimse ise zaten hatasını görmez, yapılan yanlış ciddi bir suç değilse hatalara tolere edersiniz. Aşk böyle bir şeydir. Adamın (kadının) gözüne sihirli su sürdürür. Ayrıca aşkın –bize göre- var olma sebeplerinden biri adama (kadına) karşısındakini DEĞİŞTİRMEDEN, ona UYUM SAĞLAMAYI öğretmesidir. Değişerek "arzulanan yeni"ye uyum sağlamak da PE celp eder. Böyle bir yetenek geliştiren insanlar her şartta mutlu olurlar. Aşk bize bu yeteneği geliştirmemiz için bir şans sunar. Ancak üzerinde durulması gereken nokta şudur: Aşıksanız, söz konusu değişimi (uyumu) kolaylıkla yaparsınız. "Değişmem gerek, uyum ve geçinmek adına kendimi zorlamalıyım" diye düşünüyorsanız... bu cümleyi bitirmeyeyim. ;-)
Bu bağlamda sevilen kişinin hatalı olabileceği ve ona uyum yapmanın yaratacağı sorunlardan söz edilebilir. Ancak iddiamız şudur ki, PE sahibi kişilerin en bariz özelliklerinden biri, önemli ölçüde hatalı olana yakınlık duymamaları, hatta duyAMAMALARIdır. Bizler "Gerçek aşk kolay kırılır" deriz. PE sahibi kişi, kendine yapılan hatalar ARTINCA, ya da uzlaşma olanağının bulunmadığı anlaşılınca kolayca uzaklaşır. Duygular bir anda bitiverir! Öyle bir ilahi koruyuculuktur ki bu (inançsız arkadaşlar söz ettiğim koruyuculuğun her insanın bilincinde yer aldığını, bu yeteneğin ancak PE altyapısında aktive olduğunu düşünebilirler), kişi yaşadığı değişime en çok da kendi şaşar.
"Açikçasi ayak uydurmaya çalistim ama ben böyle biri degilim."
Bakın bu farklı bir şey... Eğlenmek illaki arkadaşınızın anladığı biçimde olmak zorunda değildir. Onun eğlence anlayışı ile sizinki çelişiyorsa –üzgünüm ama- bence ortada az da olsa bir sorun vardır. Evlilik şirketlerindeki eşleştirme adına sorulan ana sorulardan biri "Evde mi eğlenmeyi seversiniz, dışarı çıkarak eğlenmeyi mi?" şeklindeki sorudur.
Sorunlari çözüp (ki bizimkiler çözülemeyecek sorunlar degil) yolumuza bakalim diyorum.
Sevgili kardeşim sorunlar küçük çaplı ise neden kendi haline bırakmıyorsunuz ki? Kimse, kimseye tamı-tamına uymaz. Kendinizi ideal eşe odaklamışsanız, düş kırıklığına uğrama olasılığını hayli yüksektir. İlişkiyi eğlenceli götürmenin başlıca yolu, karşınızda uzun yıllardır gördüğünüz şekilde var olmuş birinin bulunduğunu kabul etmek, bir-iki ayda bu yapıda değişiklik yaratmanın imkansızlığının bilincine varmaktır.
Kendisi habire dert anlatiyor ama kendi dertlerini, konu bize gelince eglenceye önem veriyor.
Ha, şimdi zurna zırtt bile değil zorttt dedi. Dert anlatmak bir insanın mutsuz bir hayat yaşamak adına yapabileceği en önemli iştir. :D Hele ki bir erkeğin dert anlatması bizim dünyamızda ona vereceğimiz en düşük puanı hak etmesi manasındadır. Bir erkeğin hayatındaki kadına sorunlarından söz etmesi, edebilmesi, harika bir iştir ve bize göre hanıma yakınlığının ve/veya anaerkil eğiliminin göstergesidir. Bir erkeğin ciddi sıkıntılarını sonunda hayatındaki kadına açıp, ufak krizler yaşaması da onun "ataerkilliğin işlettiği bir robot" değil, "bir insan" olduğunu gösterir. Ama iş "dert anlatıp durmak" şeklinde dile getirilen davranış ise, zurna zort eder. Hayatta aslında anlatılacak o kadar dert gerçekten yoktur. Ufak sıkıntılar vardır tabi ki, ama yapılması gereken BUNLARIN ÜZERİNDE DURMAMAKTIR.
Sadece güçsüzler SÜREKLİ şikayet ederler. Kişinin kendine acı veren şeylerden söz etmesi samimiyettir; ama sürekli "dertlenmesi" NE varlığına işaret olabilir. Bir erkeğe ise en yakışmayan şey karakterindeki güçsüzlüktür. Fakat belki de arkadaşınız ortada ciddi bir sorun görmediği için "konuşalım, sorunları aşalım" adı altında servis edilen "dırıltı" (kendi haklılığını kanıtlama) ortamını, eğlenceli saydığı ataklarla yok etmeye uğraşıyordur. Bu konuda da kararı yine siz vereceksiniz.
"Oglak burcu yükseleni aslan."
Bu karışımdan pek benim gibi "havai meşrep" adam çıkmaz ama… bilemedim. Sert bir konum bu… Yalanla bağdaşmayan, havailiğe yakın olmayan bir karakter… Acaba ilişkide kötümser ve sorun yaratıcı taraf siz misiniz diye aklıma takıldı… Beyefendi, birlikteliği daha rahat akan bir konuma sokmaya çalışıyor, sizin tarafınızdan yanlış anlaşılıyor olabilir mi?
"Isi evlilige dogru götürmek istiyor basindan beri ve ben içses olarak bunu istemiyorum."
İstemiyorsanız, istemiyorum diyebilecek ruh haindeyseniz, sorgulanacak bir şey kalmamıştır bence. Tabi ki zaman içinde değişebilir duygular… ama ben tıpkı "bir insan hakkındaki ilk intibanın doğru olması" gibi, bir ilişki hakkında ilk başta verilen kararın doğru olduğuna inanırım.
Toparlayalım: İstediğiniz bir erkek, ya da herhangi bir şey için isteğinizi oranında bedel ödemekten korkmayın. Ödenecek bedeli –tabidir ki aşırıya kaçmadan- "biraz daha fazla fedakarlık yapan" ya da "biraz daha fazla uyum yapan" taraf olmak şekilde değerlendirmek mümkündür. Makro böyle bir yerdir. Fiyatı kalite değil, talep belirler. Korku içinde kar-zarar hesabı yapmak, "kazık yememeye çalışmak" her zaman rantabl sonuçlar yaratmayabilir. Bir şeyi almak istiyorsanız kazık yemekten korkmayın derim. ;-) Önemli olan verimsiz kurallara uymaktan çok, elde etmek olabilir. Önemli olan –tabidir ki mantıklı sınırlar çerçevesinde- istediğinize sahip olmaktır.
[Discovery Channel'da çok sevdiğim program (ve de TVde izlediğim nadir şeylerden olan) "Hurda Avcıları" dizisinin ana karakteri hurdacı Drew Pritchard'ın bazı alışverişlerinin sonunda söylediği ve çok sevdiğimiz bir sözü vardır. "Onu almam gerekiyordu; çünkü almayı istiyordum. Ben de fiyatına bakmadan aldım." Bu düşüncedeki adam –adı hurdacı olsa da- sıfırdan başlayıp (dışarıda kar yağarken uyumak zorunda olduğu kamyonette, yüzüne damlayan kar suyu ile uyandığı bir anısı vardır), dev bir antika kompleksine sahip, zengin işadamına dönüşmüş biridir.
]
Diğer yandan eğer istemiyorsanız, kitabın kapağını, evin kapısını veya telefonu kararlılıkla kapatmaktan geri durmayın. Ama alınan kararlar sonrası hissedilen tedirginlik, pişmanlık, kuşku ve suçluluk gibi duyguların çektikleri NE ile en yolunda gidebilecek hallere bile sorun katacağını da unutmayın. Kabul edilmesi zor olsa da, birlikteliğe yön veren erkek arkadaşınızın tavırları DEĞİL, kendi beyniniz, yani olaylara yaklaşımınız, onları yorumlayış biçiminizdir.
Hiçbir şey bizim verdiğimizin dışında bir anlama sahip olamaz.
Beyninizde -fazla uzatmadan- hesabı iyi yapın: -
Ya parayı basın, istediğiniz alın... ama sonra da pişman olmayın.
-
Ya dükkandan kararlılıkça çıkıp kapıyı kapatın... ama sonra da pişman olmayın.
DİP NOTLAR
[1]