YANIT
Ne demek istediğinizi anladım. Pek çok kişinin içinde olduğu durum, bir arapsaçı karmaşıklığında olduğu için çözmek kolay değildir. Oysa aslında -her zaman söylediğim gibi- çözmek an, hatta nano saniye meselesidir (bizim koca evren bile Big Bang’den sonra bir saniyenin trilyon-trilyon kere küçüğü zaman parçasında meydana geldi).
Arapsaçını daha da karmaşıklaştıran bir diğer tavır; o arapsaçının olmasına neden olan düşünce biçimleridir. Bu düşünce biçimleri karakter nedeni ile var olabilir; kimi zaman ise çevre tarafından beyine embed edilmiştir. Kişisel görüşüm, arapsaçı çözülmezliği yaratan ana faktörün çevresel yönlendirme (ataerkil kültür) olduğudur. İnsanoğlunun doğal yapısında çözüm üretme yeteneği vardır. Bu yetenek düşünce ile değil, içgüdüsel şekilde çalışan bir yetidir. İrdeleme benzeri beyin süredurumları bu yetiyi köhnetir. Söz konusu köhneme ne yazık ki en çok kavramlara, idelara meraklı entelektüel beyin yapılarını etkisine alır; çünkü bu gibi kişiler “derin” adlı düşüncelere öncelik tanımaktadırlar. Oysa tehlike, bu tarz düşünceler ile gelmektedir. Ataerkil kültür en az şekilde, ataerkil kültüre pratik açıdan sıkıca bağlı olan orta ve orta alt sosyo-ekonomik sınıfa ait bireylere zarar vermektedir! Çünkü onlar fazla (entelektüel tipi) düşünmezler. :)
Sizi ele alalım: Çözülmezliği yaratan, mesajınızdaki düşünce prosesini meydana getiren beyin elektriği modelidir. Çok basit bir anlatımla: “Şunu mu yapayım, yoksa bunu mu? Şunu şöyle yaparsam bu böyle olur, o yüzden bunu şu şekilde yapmam daha iyidir. Tamam da, bunu o biçimde yapmam şunun daha yerinde olacağı anlamına gelmez mi?” benzeri irdelemeler/sorgulamalar -bunlar soruna çözüm aramak adına yapıldığı halde- sorunun yaratıcılarıdırlar. Oysa uygulanması gerekli yaklaşım beyni bu felsefi ortama sokmamak, fazla düşünmemek, yapılması gerekli şeyler yapıldıktan sonra beyni soruna kapatmak, SEVİLEN İŞLERE atlamaktır.
Çok basite indirgeyelim: Hayvanseversiniz diyelim. Yolda zor durumda bir hayvan ile karşılaştınız. Acı duyar ve elinizden geldiğince ona yardım edersiniz. Bu tavır “yapılması gerekenlerdir”.
Ondan sonra onu geride bırakarak yolunuza devam etmeniz, bir daha -bir süre, acı verici alan dağılana dek- olayı DÜŞÜNMEMENİZ gerekir. Yapılması gerekenler yapıldıktan sonra olayın nedenselliğini, altyapısını, oluşma dinamiğini, üretilen çözümün kapsamının nasıl genişletileceğini düşünmek, hele ki olayı arkadaşınıza/ailenize anlatmak, acı verici olayın yarattığı alanı güçlendirmek anlamındadır. Bu durumda, doğru bir davranışta bulunduğunuz, bir hayvana yardım ettiğiniz halde -sizin hayatınız/kaderinize- NE celp olacaktır.
Diğer yandan “yapılması gerekli şeyler”i yapmamak da NE celp eder! Evren, çok az kişi bilse de, bu gerçekler dinsel buyruklar gerisinde gölgelenmiş olsalar da, bazı şaşmaz kurallar üzerine kuruludur. (Dinler bu kurallara mistisizm kattıkları için olayın fiziki yanını -netliğini- de gölgelerler.) Örneğin YARDIM ETMEK bunlardan biridir. Yardım etmek bir erdem değil, evrensel dokunun -gizlenmiş- işleme prensibidir. Arapsaçı olmayan, ama girift bir mekanizmanın dişli çarklarını işletme enerjisidir. Evren, bu enerjilerle büsbütün parçalanmadan durmaktadır. Bu yüzden -yani yardım etmek doğal tepki olduğu için, her doğal davranış gibi- yardım etmek PE, etmemek (doğal akışa ket vurmak, enerji vermemek) NE celp eder.
Cümlelerinize geleyim:
“Eger düsünce kaliplarimi degistireceksem, genellemelere ya da dogru oldugunu düsünmeye alistigim seylere baliklama atlamayacaksam mis gibi yapmak istemiyorum.”
Balıklama atlama yeteneğini aktive etme, ya da kendini aldatma, sadece size bağlıdır. Yapıp yapamama seçimi/becerisi sizin tasarrufunuzdadır. Ancak “mış” gibi yapmak, çok küçük adımlar ile gerçekleştirilirse, olumsuz beyin elektriğini değiştirecek olabilir; çünkü beyin bu şekilde her şeyi -örneğin enstrüman çalmayı, buz pateni yapmayı, farklı lisanda konuşmayı, nice ataerkil (doğadışı) kural yönünde davranmayı- öğrenir.
“Aman ne açik görüslü, zihni berrak, kafasi rahat, mutlu, huzurlu bir hayatim var deyip sonra belki bastirdigim, kendime unutturdugum, affettim geçti dedigim seyler de bir yerlerden hortlamasin istiyorum.”
“Geçti” dediğinizde inandıysanız, alan çoktan dağılmıştır. Bunun başka hiçbir yolu yoktur. Alan hala aktif ise dağıtamadınız demektir.
Ayrıca beyninizde bazı Freudian inançlar olduğu da açık; ki, bence sizin ilerlemenize bunların gerçek olduğuna inanmanız da engel olmakta. Örneğin “bastırmak”, kendine “unutturmak”, “bir yerden hortlayacak gizli ve gizemli şeyler”… Bu inançların gerisinde önceki yanıtlarımda genişçe ele aldığım Freud’un “bilinçaltı” iddiası vardır. Oysa beynin hiçbir yerinde bu düşünceyi doğrulayacak bir yapı bulunamamıştır. ETC teorilerine göre beyinde sadece basit EM alanlar vardır. Bunların bazılarının dalgaboyları kortekse ulaşmaya yetmez. İllaki -bir şeyleri bastıracağınız, sonra bu bastıranları sizi “çaktırmadan” yönetecekleri, arada pırtlayacakları- “bilinçaltı” adı vereceğinizi korku senaryosuna bağlı kalmakta inat ediyorsanız, ETC alanlarına bu itici adı takabilirsiniz. :D
Anılan alanlar kuantum düzeyindeki FİZİK alanlardır, fizik kanunları ile işlerler. Yani fotonlarla (düşüncelerle) eksite etmezseniz gizlendikleri yeren sizi yönetmezler, fırtlayıp pırtlamazlar, gece yarısı, ebony clock 12yi vurunca hortlayıp zincirlerini “çang çang” ettirmezler :), sadece giderek DAĞILIRLAR. Bu görüş Quantum Mind teorilerinin temelidir ve yaygınlaştıkça psikoloji adlı disiplin -haddimi aşıp “tarihe karışacaktır” demeyeyim- “epey revize edilmesi gerekecektir” diyeyim. Söz konusu tarih (bazı psikiyatristlerin psikiyatriyi eleştirmeye başladıkları, psikologların Quantum Mind teorilerine yakınlaşmaya koyuldukları, somut verilere dayalı nörobilimin dev adımlarla ilerlemekte olduğu Kova Burcu Çağında) hiç de uzaklardaki bir gelecek değildir bence.
Hayata basit bakın. “Beynimde alanlar var, düşünmezsem geçer” demek ve DÜŞÜNMEMEK işin kolayıdır. Ancak ataerkil baskı ve düşünsel yönlendirmeler (özellikle entelektüel beyin yapısı olanlarda) o kadar etkindirler ki, beyin kendisine öğretildiği gibi davranır, kolay olan “düşünmeme”yi yapacağına, ittirildiği zor yolu seçer ve otomat gibi (ama zorlanarak, çaba sarf ederek) düşünmeye, alanları canlı tutmayı sürdürür.
“tabiri caizse istifra edip bir içim bombos kalsin da bir rahatlayayim istiyorum, hafifleyeyim içim rahatlasin istiyorum.”
İçinizde birikmiş bir pislik yok ki kusasınız. (İşte “bilinç altı” kavramının insanları neler yapmaya inandırdığının bir kanıtı.) Sadece hatalı örülmüş -gevşek, dağılmamaya değil, DAĞILMAYA ODAKLI- alanlar var. Evren değişim üzerine kurulu… alanları sürekli aktif tutan SİZSİNİZ.
Bir kez daha yineleyeyim: Hayata basit bakın. Hatalı bir sürü saçmalık “kafanızın eti yenmiş” denecek yoğunlukla size savrulduğu için beyninizde bir dokuma hatası olmuş. Bu sımsıkı örülü bir İran halısı değil, bir örümcek ağı dayanıksızlığında. Sürekli örmezseniz, doğa (buna isterseniz Allah, tanrı, Yaratıcı, Ana Tanrıça, doğa ana, kuantum fizik evren yasaları adlarından birini takabilirsiniz) onu KENDİ KENDİNE, derinizde meydana gelen tüm kesikleri onardığı gibi, biraz zaman içinde dağıtır. İş ki kendinizi kasmayarak, evrene dağıtarak ona YOL VERİN.
“Kendime özen gösterdim, sevdigim seyleri yaptim, sevdigim insanlari gördüm günüm güzel geçti:) ama yastiga kafami koyunca da bombos hissedip uyumak istiyorum.”
Baş yastığa konduğunda güzel bir uyku gelmiyorsa saydığınız şeyleri yapmadınız demektir. Bunun tersinin olması imkansızdır; çünkü cümlenizde “sevdiğim şeyleri yaptım” cümlesi yer almaktadır. Hiç kimse gerçekten sevdiği şeyleri yaparak geçirdiği bir günün sonunda yatağa sorun yumağı olarak girmez. Zaten mesajınızda “Uyudum” ya da “uyuyamadım” yerine “uyumak istiyorum” dediğinize göre, saydığınız güzel şeyleri henüz yapmayı denemediniz demektir. Söylediklerinizi yapmayı bir deneyin (yani saydıklarınızı gerçekten yapmayı becerin) sonra konuşalım.
“Anlat anlat bitiremedim”
Dert yanmak, kendine acımak, haklılığını onaylatmak değil, soru içeriğinde durumu apaçık tanımlamak adına ne kadar uzun yazarsanız, sizi o kadar iyi anlarım. Rahat olun.
Ben ve bu siteye emek veren bizler de (insan adlı yaşam forumda olanlar kadar olmayanlar da) size teşekkür ediyoruz.