YANIT
İlk adımda altını çizmem gerekli iki nokta var: İlki nörobilimci olmamam ve psikoloji adlı disiplin ortamında eğitimimin bulunmaması… Sözlerim sadece -bilime yakın olan- bir okültistin birikimlerini paylaşmasıyla sınırlıdır.
İkinci olarak kesinlikle insanlara destek olma, acılarını paylaşma, umut verme görevi üstlenmiş biri değilim. İnancım ve bazı bulgularım çerçevesinde soranlara bildiklerimi aktarmaktan başka bir amacım/hedefim yok. Bu yüzden yanıtlarım kimi zaman kırıcı olabiliyor ve korkarım ki bu kez da aynı durum söz konusu… Bana güvenen, yardım bekleyen kişilere bazen onları stres altına sokacak şeyler söyleyecek olmanın beni gerçekten üzdüğüne emin olmanızı isteyerek başlayayım.
Sorunuzda anlattığınız ortamlar kesinlikle bizim ne sistemimizde yer alırlar, ne de majikal bağlantılar olduğuna inandığımız şeylerdir. Örneğin, “yolun yarısına vardım” diyen kişilerin yaşından fazla senedir içinde olduğum okültizm ortamında (gençlik dönemi dışında) astral yolculuk benzeri şeylere tevessül etmiş değilim. Bunun nedeni böyle şeylere inanmamam; bu gibi girişimlerin tehlikeli olabileceğine inanmamdır.
Tehlike nedir? Silver cordların kopup, Astral denilen -ne olduğu belirsiz- bir yerde kalmak, geri dönememek mi?
Güldürmeyin beni…
Tehlike, bu gibi -lütfen kabalığımı bağışlayın- safsatalara inandırarak gerçek güzelliklerle dolu bir yaşamı ıskalatan “okültizm”dir. Okültizm bu yüzden (yani belirsizlik ve gizem içinde kaldığı için) var olmayı sürdürebilmiştir.
Doğrudur; okültizm yardımı ile adımlar atılmış, önemli yapılara “mürur edilmiş”, bazı gerçeklere dokunulmuştur. Ama bunların önemi geride kalmıştır; artık devir, insanlığın dünya üzerinde ortaya çıkmasından beri İLK KEZ yaşanan "Kova Burcu Çağı" devridir. Bu çağ, bilim ve teknoloji çağıdır. Benim kuşağımın tel dolaptan, sanal gerçeklik oyunlarına geçmemize neden olan bu değişimin yarattığı fırsatlar değerlendirilmelidir!
Değerlendirmenin ilk adımı okültü biraz sollamak; binyıllarca emek vererek standart bilim denen tutuculuğa başkaldıran, kimi zaman mahzenlere atılarak, kimi zaman yakılarak bağnazlığa karşı koyan okültistlere teşekkür ederek farklı alanlara ilerlemektir. Artık okültistlerin görevi bilim dünyasına sızmak, oradan bilgi kaparozlamak ve bunlarla eve dönüp, yepyeni sonuçlara yelken açmaktır.
Üzülerek söylemem gerekir ki bence söz ettiğim sollamayı yapamamış kişilerdensiniz.
Bizim eğitimin sizde anlattığınız gibi sonuçlar yaratması beni gerçekten üzdü, ancak 2015den beri verdiğimiz eğitimde daha önce böyle bir sonuç yaşanmadı. Söz ettiğiniz ders, zararsız imajinasyon antrenmanlarıdır. Ayrıca ışık, bizim inanç ve sistemimizde onurlandırılmaz.
Işık tabi ki makrokozmosta gereklidir; kimseye karanlıkta otur dediğimiz yoktur. Ama ışık, MECBUR EDİLDİĞİMİZ için vazgeçilmezdir. Gerçek bir gereklilik olmadığı gibi, bir dolu da olumsuz etkisi vardır. (Bu konuda bilgi edinmek adına
IŞIK HAKKINDA BİLMEK İSTEMEYECEĞİNİZ GERÇEKLER adlı yazımı okuyabilirsiniz.)
“7 senedir kaygi bozuklugum ve bir takim mental rahatsizlik yasiyorum bunuda belirtmek isterim.”
Beyninizde böyle bir kalıp inanç olduğu sürece yaşadığınızdan çok daha olumsuz şeylerle yüzleşecek olabilirsiniz. “Kaygı bozukluğu” neymiş kardeşim? Ne kadar havalı bir isim bu! İnsanların olumsuz ama olağan ruh hallerine bu kadar karizmatik isim takarak onları kalıplaştırmak nasıl bir günahtır… ya da NE envoke etme ayıbıdır? Yaşanan olaylar bazen kapasitemizi aşar, bizleri bunaltır. Adalelerimiz yorgun olduğunda nasıl -yaşlı kişiler gibi- yağmurlu havalardan etkileniveriyorsak, olaylar karakterimize uygun olmadığı için ruhumuz yorulduğunda saçma sapan şeyleri kafaya takma eğilimine gireriz, olmadık şeylerden kaygılanırız. Sonra hayat önümüze zorluk sandığımız şeyleri çıkartır… örneğin işe gitmek zorunda kalırız, trafiğe gireriz, metrobüse bineriz… ve doğallığımız (ya da ilahi bir yardım) bizi farklı (reel) şekilde yorarak önceki yorgunluğu dağıtır… akşam eve stres dolu halde, yeni vergilere, anlayışsız elemana/patrona, gelir adaletsizliğine, hükümete söverek döner ve olağan sağlığımızı yeniden elde ederiz.
Ama yaşanan yorgunluk, yani saçma sapan şeylere büyük önemler verme durumu, çok saygın, önemli ve bilgili olarak lanse edilen bazı disiplinlerce “hastalık” olarak (örneğin “kaygı bozukluğu” ya da “mental rahatsızlık”) olarak sunulursa iyi yürekliliğimiz, “onlar benden çok biliyor, dedikleri doğrudur” şeklinde özetlenebilecek düşünceler üreten saygılı yapımız yüzünden söylenenlere inanır, kendimizi hasta ediveririz.
Bazılarımız bu yanlış bilgiler ile psikologlara koşar, onları bunaltır (maaşlı çalışan bir dolu psikolog var), gerçekten yardıma gerek duyanların zamanını alır. Kimimiz bu yanlış inançları doğrulatmak için onlara baskı yapar, başarılı olmayınca (örneğin “yok bir şeyin, bu kadar düşünme” diyen psikologlarla karşılaşınca) intikam almak adına sosyal medyada hakaret mesajları atar. Ama kimimiz ise “öf bunaldım, ay valla daha çekemem bunu” (konu her neyse) der ve işi gücü bırakır (evet, bazen bu gereklidir), evdeyse kendini dışarı atar, alışverişe çıkar. İşteyse eve koşar, bir bira açar (veya kahve yapar) eğlenceli bir film izler. Kankayı arar, maç sohbetine girer. Youtube’u açar, yeni makyaj ürünlerini incelemeye koyulur. İşte bunları yapan üçüncü grup, gerçek güçlüler, NE denen frekansın en korktuğu savaşçı cengaverlerdir.
Bu kişiler entelektüeller değil, olağan, sıradan kişiler arasında boldur.
İnsanın kendi kendini İNANÇ İLE iyileştirme kadar (placebo, bilim ortamında deneysel olarak kanıtlanmıştır), hasta etme gücünü hiçbir şey yenemez…
“artik depresif bir benlik hissetmiyordum”
Depresif kimlik neymiş tanrı aşkına sevgili arkadaşım? Size yıllar önce, Freud’un psikanalizi artık iyice “ti”ye alınmaya başladığında, bir dergide okuduğum makaleden kısaca söz edeyim: Aradan uzun yıllar geçti, yazının detayları hafızamdan silindi. Yazının konusu bir ruh hastalığı kliniğinde yaşanmış bir olay hakkındaydı. İçerikte ağır depresyon altındaki “hastaların” Chicago depreminde nasıl tabanları doktorlardan önce yağlayıp kendilerini dışarı attıkları anlatılıyordu. :D
Şimdi işe biraz bilim açısından bakalım.
GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR adlı yazımda anlattığım şekli ile Einstrein’ın Özel Görelilik teorisi gereği geçmiş geride kalmamıştır, gelecek çoktan oluşmuştur.
Sean Carrol (Amerikalı Fizikçi ve Kozmolog - MIT)
Geçmiş de, gelecek de en az şu an kadar gerçektir.
Halka henüz yansımayan bu çarpıcı gerçeği ortaya çıkartan teoriye göre zaman, bir film şeridi halinde zaten vardır. Brian Greene’in altını çizdiği gibi “zaman okları” ileriye çevrili olduğu için ileriye gideriz. Okları geri çeviren ortamlara ulaşınca (örneğin worm hole’lar ile) geçmişe gidilmesi mümkündür.
Bilimden okültizme geçelim.
Falcılar, bir teoriye göre, beyin yapıları nedeni ile bu film şeridinde ileri veya geri zıplamalar yapan kişilerdir.
Nedenlerini bilmiyorum, ama büyük acılar yaşama, tehlikeli kazalardan sağ çıkma benzeri büyük şoklar, beyinde bu yeteneği yaratmaktadır. (Bu durumu bizzat yaşadığımı belirtmek isterim.) Kimilerinde bu durum kalıcı olsa da, genelde kişinin bilinci kendi kendine iyileşmekte ve bu nitelik yok olmaktadır. Çocukluk anlılarınız ya da “çocukken gördüğünüz hayaller” olarak nitelediğiniz çocukluğa ait anlar, kendi kendinize (belki de hassas yapınızın yaşam tarzınıza göre kırılgan kalması nedeni ile) yaşattığınız yoğun acı ve kaygı ortamları yüzünden böyle bir sonuç var etmiş, filmde kısa bir gezintiye çıkmış olabilirsiniz. Bu tarz olayları biz hafızanın canlanması değil, filmde yolculuk olarak yorumluyoruz.
Şimdi de biraz havayı “havaileştirelim”.
“sizin ulastirmaya calistiginiz sey buydu sanirim diye düşünüyorum”
Biz hiçbir eğitimde böyle sonuçlar yaratmayı hedeflemeyiz. Biz eğitimi belirsizliklere yönlendirmek değil, sokaktaki canlı yaşamı daha kaliteli yaşanmasına yardımcı olmak adına veriyoruz. Gece uyuduğumuzda bol bol belirsizliklere batıp çıkıyoruz; bırakalım da uyanık olduğumuz gündüzler ve gecelerde keyifli sörfler yapalım.
“icin bir sakinlestirici almaya karar verdim”
Bir uzmana danışmadan kimyasal yutmak doğru olmayabilir.
“etraftan surekli enerji topluyor gibi hissediyordum”
Ne enerjisi bu acaba? Varsa biz de toplasak. ;-) Ne olduğu anlaşılmayan her bir şeye enerji demek doğru değildir. Enerji, makrokozmos ile ilgili bir şeydir. Ben dahil, tüm okültisler bu lafı dilimize -biraz alışkanlık ile- pelesenk etmiş olsak da (en çarpıcı örnek NE ve PE) bu kullanım hatalıdır. Çevrede, toplanacak enerjiler yoktur.
“sanki uzay boslugunda tek basima surukleniyorum gibi geliyordu.”
Bence korku filmi senaryosu yazmaya yönlenirseniz hem kendinize bir oyalanma aracı, hem de gelir yaratmış olabilirsiniz. :)
Ciddileşelim: Bizler majiyi “dalga fonksiyonuna” geçerek yaparız. Bu bir dağılmadır ve bizler bunun (yani yaşarken
parçacık konumundayken, parçacık konumundan dalga fonksiyonuna geçmenin) Frank Tipler benzeri bazı bilim adamları gibi mümkün olduğunu savunmaktayız; yani Schrodinger’den yana değiliz. Ama bu süreçte ne bir ışık, ne bir görüm görmek, ne de film şeridinde bir yerlere zıplamak mümkün değildir; çünkü bu durum bir anlamda bilinci sıfırlayıp (Bülent Kısa’nın değimi ile “çekmek istediğimiz enerjinin kendisi olup") kullanılması planlanan alanın (bu alana okült dilde tanrı, spirit, antite gibi adlar verilir) frekansı ile senkronize olmak anlamındadır.
İyi bir majisyen olduğuma inanıyorum. (Buna rağmen başarı oranımın %70 olduğunu ve bu çok iyi bir sonuç sayılması gerektiğini belirteyim!) Uzun yıllardan beri -çok sarhoş olma hatasına düşmediğim- HER GECE çalışmam vardır (düzenli olarak her gece alkol alırım). Yani her gece dalga fonksiyonuna geçerim/geçeriz; ama bunca zaman ne tek bir görüm gördüm, ne garip olay yaşadım, ne de cinle karşılaştım. Diğer alemin bir gezgini varsa biziz. Peki neden sizin ve bazı kişilerin yaşadığı şeyler bizde vuku bulmuyor?
Yanıt basit: Çünkü bunlara inanmıyoruz.
İnandığım zamanlar olmadı mı? Olmaz mı? Yalnız yatamadığımı bile anımsarım. Duvarlardan gelen seslere aşina olduğum dönemler bile oldu… Peki sonra ne oldu?
Adept okültist oldum.
Cinleri, perileri, antiteleri, spiritleri bilinçle aramaya başladım… ve hepsi yok oldular. :) Çünkü artık onları arayacak kadar korkusuzdum.
Eğer astral, ya da diğer alem varsa, eğer sizinkine benzer görümler -doğrusu hiç sanmasam da- oraya kısa yolculuklarsa, bence hemen bir dahaki yolculuk biletini çöpe atın. Yaşınız 20 olsa ortalama 60, 30 olsa ortalama 50 senecik sonra oraya "intikal edeceğiz" ne olsa. Acele neden?
Yaşamınızda size keyif verecek, sizi heyecanlandıracak, sizi eğlendirecek hiçbir şey olmamasından başka bir şeyiniz yok. (Çok ilginç bir cümle bu! :D ) Yapmanız gereken şey, cesaretinizi toplayıp, arkadaki gemileri yakıp, bir süre gerçek zorluklarla yüzleşip onları aşmayı göze alarak yeni bir yaşama doğru yola çıkmanız. Geride gözü yaşlı, kalbi kırık kimseler kalacak olabilir. Gelir düzeyinizde kayıplar yaşanabilir. Eski, bildik ortam terk edilmek zorunda kalınabilir. Ama inanın, oralarda, ilerlerde, öyle farklı, öyle akla gelmez, öylesine tadılması zor güzellikler var ki… Onlar her şeye, her zorluğa değer.
Hem eğer oraya varabilirseniz, geri dönüp kırık kalpleri onarmak zor değil!
Şimdi derin bir nefes alın, beyni kilitleyip dağılın evrene, sonra toplanıp bir gülümseme fırlatın yaşama… ve yepyeni bir sayfa açın.
Bilinç gücünüz, bu adım için fazlası ile yeterli.
Özetle: Rahat olun; sadece yazdığınız senaryoda hem yönetmen, hem baş rol oyunculuğunu üstlenmekten başka bir şey söz konusu değil.