722 Sistemi Majikal Eğitim
Pozitif Enerji Eğitimi
Astroloji Eğitimi
DANIŞMANLIK
SİTEYE ÜYE OLUN
Güncellemeleri hemen haber alın,
üyelere özel sayfalara girin.
ÜYE GİRİŞİ

BU SAYFAYI PAYLAŞIN! >>

Majikal Eğitim Alın | Eğitimin Programını İnceleyin

JANUS'A SORUNUZU İLETİN!

RUHSAL SORUNLAR

SORULAR ANA SAYFA | TÜM RUHSAL SORUNLAR SORULARI

Maji | Pozitif/Negatif Enerji | Kuantum ve Bilim | Ezoterizm | Ruhsal Sorunlar | Reenkarnasyon/Ölüm Ötesi/Rüyalar | Astroloji | Fal/Tarot
Müslümanlık | Farklı İnançlar | Yaşam ve İlişkiler | Özel İlişkiler | Janus

SON EKLENEN SORU        |        TÜM SORULAR        |        JANUS'A SORUNUZU İLETİN!        |        ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

Psikologlar ve Psikoterapi/Analiz hakkındaki görüşlerimiz, ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR >> Temel İnançlarımız linkinde yer alan
“Psiko-terapi ve psiko-analiz hakkında” ve “Psikologlar hakkında” başlıkları altındadır.

23 Nisan 2021
Duygu küntlügü (Psikoloji ve Psikologlar)

Merhaba Janus. Ben son 1-2 aydir çok siki takipçinizim. Yorumlariniz, düsünceleriniz, bakis açilariniz o kadar mantikli geliyor ki, dediginiz her seyi ya kafama ya da deftere not aliyorum. 'Psikoloji' biliminin dayattigi, havali isimli hastaliklara insanlarin alismasi ve bunlara sirtini dayamasi (kendini delilige atmakta duvarlarin ardina saklanip korkaklik etmektir) beni çok rahatsiz ediyor. Gel gelelim 4 yil boyunca en son Nisan ayinda tedavimi kendi basima sonlandirdigim hem antidepresan hem "psikoterapi" denen seyi gördüm, kullandim. Tabii isteyerek degil, ailemin beni "deli" zannetmesi ugruna sagliksiz ilaçlarla beyin kimyamin daha farkli islemesine neden oldu. Artik gitmek istemedigimi kendimi parçalayarak anlattigim ailem beni tekrar götürmeye zorluyor veya benden izinsiz randevuyu almis oluyorlardi. Bana "duygu küntlügü" ve "kronik depresyon" tanisi konmustu. Sizce de saçma degil mi? Kronik kelimesi böbrek hastaligi veya diyabet için falan kullanilmiyor muydu? Kendimi asla bu hastaliklari kabullenirken bulmadim. Bana daha farkli seyler lazim Bay Janus.. Bana mantik lazim. Duygularimin çok güçsüz oldugunun farkindayim. Gerçekten ne üzüntü ne de mutlulugu çok hissedemeyen bi insanim hatta hemen hemen içimde bi hiçlik var desem yalan olmaz. Bi çok sey gördüm su yasimda, insanlarin "travma" diyebilecegi.. Bu yazimi okuyanlar varsa da bilsinler ki "yorgunluk" diye bi sey yok. Zamanlarini oturup bos düsüncelerle kendilerini üzmek için kullanmasinlar. Size soracagim sey de su; Sizce neye ihtiyacim var? Çünkü bu güne kadar neye ihtiyaç duyduguma anlam veremedim. Her psikologun dedigi seyleri (düzenli uyku almak, saglikli beslenmek, spor yapmak, kitap okumak) yaptim, hala da yapiyorum. Ama ben ayni benim. 'Yedisinde neyse yetmisinde de odur' sözüne asla inanmam. Insan her gün farkli sey ögrenmeli, gelismeli, beceriye ulasmalidir. Meslek seçimimde dahi neye yönelecegimi bilmiyorum. Çevremdekiler psikoloji okumam gerektigini çünkü çok güzel "teselli" verdigimi söyler. Düsünsenize cidden psikolog olmusum.. Kimseye hastaliklardan bahsetmeyip reddedersem asil "deli" ben olurum herhalde :)) Bunlar disinda anlamli halüsinasyonlarim olabiliyor, gelecege dair tahminlerim gerçeklesebiliyor falan filan.. Ama olurda bi gün kendi is yerimi açarsam sizinle veya sizin gibi insanlarla çalismayi çok isterim :)) Saygi ve hayranligimla..

YANIT

Psikolojinin bir bilim dalı ve psikologların ilaç yazma yetkilerinin olup olmadığı hakkındaki tartışmaları bilirsiniz. Özellikle benim devrimin popüler konusu “bilinç altı” diye bir yer (hatta kimlikte id/ego/süpergo diye bölünmüş bir yapı) hiçbir laboratuvar deneyinde (yani deneysellik ortamında, ampirik şekilde) bulunabilmiş bir şey değildir. Oysa pek çok kimse hayata bakışlarını bu kavramlara dayandırır. (Örneğin yanıtsız bir soru olunca “Hımm, bilinç altımda demek ki” benzeri yaklaşımlarda bulunur.)

Bilinçaltı konusunda doktor David B. Feldman'ın görüşlerini alalım:
"Bu görüşteki en büyük sorun, bilimsel olarak test etmenin imkansız olmasıdır. Genel bir kural olarak, bilim adamları bir şeyi ancak anlamlı bir şekilde gözlemlenebildiği veya ölçülebildiği zaman doğru kabul ederler. Bilinçsiz zihin, tanımı gereği, var olamaz. Sonuçta, temel özelliği tamamen erişilemez olmasıdır." David B. Feldman Ph.D.1 (Does the Unconscious Really Exist? Some psychologists think the unconscious mind is pure fiction.

Biraz daha reel ortama gelelim: Psikolojinin üzerine kurulu olduğu (bilincin nöron çakışları ile meydana geldiği) bilinç yapısının bilinci var ettiği hakkında hiçbir bulgu yoktur.

"Çoğu bilim insanı ve filozof, bilinci, kimyasal olarak aracılık edilen sinapslarda birbirine bağlanan ve geçiş yapan "bütünleştir ve ateşle" beyin nöronları arasında karmaşık hesaplamanın ortaya çıkan bir özelliği olarak görür. Bununla birlikte, bu tür nöronal hesaplamanın bilinçli deneyim üretebileceği mekanizma bilinmemektedir. C. Koch, The Quest for Consciousness: A Neurobiological Approach.2

Parçacık fizikçileri ve teorik fizikçiler beyin ve bilinç konularına el atmaya başladıklarından beri psikolojinin geleceğinde kara bulutlar seçiliyor bence.

Sözlerimin temeli ise kuantum mekaniğine dayalı... Kuantum mekaniği fizik konularını araştırırken yolu bilinçten de geçince Quantum Mind (QM) adlı bir bilim dalı doğdu. Artık bilinç, standart psikolojinin bilincinden çok daha farklı şekilde açıklanmakta... Söz konusu bilim dalının ve de QFT, QET ve ETC teorilerinin (lütfen açılımlar için Sorular ana sayfasındaki açıklamalara göz atın) yol göstericiliği ile hayata bakmak henüz halk için olanaksız. Onlar da en küçük bir bunalmada kendilerine ezberletileni yapıyor, “hasta” olduklarına inanıyor, “bir uzmana danışıyor” ve ilk adımda “hasta” olarak tanımlanıyorlar… böylece evrenlerinde kendilerini hasta olarak var etmiş oluyorlar.

[Fark edilmesi güç olsa da, aslında psikoloji kendi -onların dili ile konuşayım- "travmasını" yaratan bir disiplindir. Kırsal kökenli kişilerin, işçilerin, esnafların, hatta-hatta aydınların hiç sevmediği "seri köz getir"ci olarak niteleyebileceğim kültürdeki kişilerin "panik atak hastasıyım", ya da "kronik depresyondayım", hatta "duygu küntliği tedavisi görüyorum" dediğini duymadım; :) ruhsal sorun denilen tavırlar, örneğin anksiyete (söylenmesi bile zor :) ) sergilediklerini gerçekten görmedim. Söz ettiğim travmanın, psikolojinin her derde deva olduğuna inanan kültürlü(!) kişiler arasında yaygın olduğu fark edilmelidir.

Bu iş benim devrimde "bunalım" diye başladı, artık "bipolar bilmemne"ye dayandı. :) Yirmi sene sonra yeni disorderların adları öyle garip olacak ki, korkarım sadece baş harfleri söylenebilecek. ]

Oysa evren, onların hiç de hasta olmadıkları, bunu da geçelim, yaşadıklarından çok da şahane bir yaşam modelini içeren seçeneklerin seçilmesi şansını taşımakta. Hasta olduğuna inandırılan kişinin ise elinden bu imkan alınmış oluyor. Ne yazık ki kuantum fiziği ve beyin ilişkisini psikologların çoğunun –çok doğal olarak, yani konuları olmadığı için- bildiğini söylemek hayli zor. Sözlerim kesinlikle psikologları suçlama anlamında değil. Onlar da kendilerine iyidir diye öğretilen, en iyisi olduğuna inandıkları yollarla insanlara yardım etmek için yola çıkmış kimselerdir.

Şimdi sorunuza gelelim ve haddimi aşarak size teşhis koyayım. Aslına teşhis koymuyorum, yani sahip olduğunuz sorunun nedenlerini bir yığın arasından bulup çıkartmış değilim, bu yüzden had de aşmıyorum, sadece basit ve aslında ortada bir gerçeği dile getiriyorum: Sıkıntınızın nedeni kendinizi yaşayamamaktan kaynaklanan tatmin eksikliği ve bu eksikliğin celp ettiği NEdir. Milyarlarca insanın ortak kaderini, ya da derdini diyeyim, yaşamaktasınız. Bu evren, yani makrokozmos, beyninizden yayılan EM alanınızın özgün dalgaboyları ile var edilmekte. Var ettiğiniz sorunlu dünyada yaşarken daha fazla NE envoke oluyor ve bu durum bir zincirleme oluşum ile sürüp gidiyor. Zaten ataerkil kültür, insanın kendini yaşayamaması ve NE üretmesi üzerine kurulu... Arkadaşlarım bu oluşum gerisinde bir negatif bilinç olduğuna inanmaktalar; ki, ona tek tanrılı dinlerin Şeytan’ı diyebilirsiniz. Kişisel olarak olaya ben farklı, biraz daha bilimsel, bakıyorum. Bana göre bu yapı, ana alan olarak adlandırdığımız (bilimcilerin “bütünü ile Platonik değerlerle yüklü” şeklinde yorumladıkları) bir kuantum alanından -nedenini bilmediğimiz, ama teorilerimizin olduğu- bir kopma ile meydana gelmekte. Bu oluşum Yahudilik ve Müslümanlıkta “İnsanın cennetten kovulması ve dünyaya düşmesi” olarak anlatılmakta. Gerçekten de kuantum mekaniğinde evren, dalga fonkisyonunun “çökmesi” ile oluşuyor.

[Biraz dilimi sivrilteyim: Ancak "çağdaş insan" öyle bir tiptir ki; tanrı için saatlerce bedenini susuz bırakır; bir canlının yaşam hakkını elinden alıp, etleri bir güzel kendi midesine götürür; aynı tanrının kutsal kitabındaki sözlerine "burun kıvırır". ;-) Kuran'ı pek iyi bilmeyen kişilere bilgi aktarayım: Kuran'da "Cennetten kovulma" teması Tevrat'taki gibi yılan üzerine kurulu -af edersiniz- saçmalamalardan uzaktır. Yılan, Kuran'da -kelime olsun- lanetlenmez. Düşme (çökme) nedeni, ateşten yapılı bir meleğe bağlanır ve bu satırlar bilimsel gözlükle üzerinde durulması gerekli bilgiler içerirler.]

Bilinçli olarak (yani insanlara NE ürettirmek için) yapılmış olsun, ya da kendi kendine var edilsin, aslında bu tartışma sorunuz dışında kalmakta. Üzerinde durmamız gereken nokta, bir negativite nedeni ile –bizim “dalga fonksiyonu yapınız” olarak ifade ettiğimiz- ruhunuzun, ya da bilimcesi: “bilincinizin” özgün yapısı doğrultusunda çökmemiş olması… ya da çökmüş halinde özgün yapısını realize edememesidir.

Çok basitleştirelim: Doğduğunuz andan başlayarak iki bacağınız olduğu halde, tek bacağınızı bağlayıp yaşamanız gerektiği size “iyidir, doğrusu budur, bunu yaparsan kabul görürsün, sorunsuz yaşarsın” diye öğretilmişse, iki bacak yürümeye başladığınızda çevrenizdeki iletişim kurmak zorunda olduğunuz kişilerden tepki alıyorsanız, bacağınızı bağladığınız anda içine düşeceğinizi durum, bana soruyu yöneltirken yaşadığınız ortam olacaktır. Bacak bağlı yürümeye çalışırken yaşayacağınız sıkıntı beyninizde olumsuz NTler salgılanmasına neden olacak, bunlar negatif elektrik diyebileceğimizi bir EM alan yaratacaktır. Kötü haber odur ki evreninizi yaratan bu kişisel alandır. Çektiğiniz sıkıntı bir de garip isimli ve benim ergenliğimden beri çeşitlilik ve garip isimlilikleri büyük hızla artan “hastalık”lardan biri ile “teşhis edilince” bütün başa çıkmaya çabaladığınız sorunlara bir yenisi daha eklenecektir. Oysa “bir şeyim yok, sadece fena bunaldım” dediğiniz anda bazı bilimcilere göre evreni bu şekilde yaratmakta, bazı diğerlerine göre bu gerçeği içeren paralel evrene atlamaktasınız. Yol hangisi olsa da, sonuç değişmemektedir.

Bu sözlerimin sıradan kişi tarafından (hele ki bilinçaltı, üstü, tavanı, çatısına inandırılmış bir kişi tarafından) öfke ile karşılanmaması zordur… çünkü bu düşünce, varlığını inşa ettiği şeyin bir halüsinasyon olduğunu söylemektedir. Hepimiz, psikologlar ve bendeniz dahil, gerçeğimizi bina ettiğimiz şeylerin gerçekte olmadığını duyduğumuzda -bu durum "bir ümidi yitirme" anlamına geldiği için- kötü şekilde hırslanabiliriz.

Bu duyguyu yenip, cesaretimizi toplayıp, yine aynı devrimci düşünce ile bir adım daha ilerlersek gelecekte tıp diye bir bilim dalı da kalmayacağı kehanetinde bulunabiliriz. İS. 3.000 yılının doktorlarının bizlere paralel evrene atlama ya da evreni doğru şekilde yeniden yaratmayı öğreten bilimciler olacaklarını varsaymak saçmalamak anlamına alınmamalıdır.

Başa dönüp sözlerimi yineleyeyim: Çektiğinizi sıkıntının nedeni, kendiniz olamamaktadır.

Bunca ettiğim laf, işin kolay yanını özetlemek içindir. Zor olan kısım ise daha fazla NE envoke etmeden kim olduğunuzu bulmak, daha da zoru, kendinize bu “gerçek siz”i yaşatma fırsatı bulmaktır!

Görülmektedir ki, arayışlar zorludur.

Teorikten, pratiğe geçelim: Özgün kimliğinizi bulup çıkartmak için pratikte yapılacak ilk şey HİÇ BİRŞEY İÇİN –kendiniz dahil- kimseyi suçlamamaktır. (Makro adlı, hiç birimizin tam olarak beğenmediği yapıyı sizin -ve de benimkini benim, falancanınkini falancanın- yaptığınızı unutmayın.) Suçlamaktan kaçınmanın nedeni ve amacı, öfke duygusunu sıfırlamaktır. Öfke ile sadece NE celp edersiniz.

İkinci olarak rahatlık adını verdiğimiz, ama genelde güzel bir manzaraya bakarken ya da kaykılmış otururken elde ettiğimiz duygudan çok daha derin bir içeriği olan ruh haline ulaşma antrenmanları yapabilirsiniz. Biz derslerde bu durumu kabaca “tam dağılma” olarak anlatıyoruz. Bu “dağılma” modlarını yakalamayı becerince, sürelerini arttırıp kendi yapınızı deşifre etmek kolaylaşmaktadır.

Rahatlama (ya da dağılma) adına meditasyona başlayabilirsiniz. Yaşadığınız yerde bu eğitimi veren bir kurum varsa başvurmanızı öneriyoruz, kimi zaman bir eğitmenle ilerlemek işleri kolaylaştırabilir. Eğer yoksa, belki web aracılığı ile, kendi başınıza bazı kazanımlar elde edebilirsiniz.

Her psikologun dedigi seyleri (düzenli uyku almak, saglikli beslenmek, spor yapmak, kitap okumak) yaptim, hala da yapiyorum. Ama ben ayni benim.
:) Değerli kardeşim; bu sayılanları yaparken stres atına girmek, başlı başına bir NE celbidir. Kimi az uyur, kimi çok; önemli olan kendini rahat hissetmektir. Sağlıklı beslenme: Güldürmeyin! İnsanoğlu bu günlere bütünü ile sağlıksız beslenerek gelmiştir.

Beden her şeye alışır… iş ki temelde RAHAT OLSUN. (Sağlıklı beslenme kötü bir şeydir asla demiyorum; ama ana gereklilik değildir.) Kitap okumak hakkındaki düşüncelerimi biliyorsunuzdur. Spor yapmak… Tabi ki harikadır… sevene! Kimi spor yaparak rahatlar, kimi halı dokuyarak, ya da biriktirdiği pulları ile oynayarak. Dileyen duyunca sinirden köpürebilir, ancak dilini tutabilen biri değilim: Amerikan kaynaklı jogging modası ile kalp krizi geçiren ve eklem sakatlıkları yaşayanların sayısının tavan yaptığı bilinir. Bir gym'e üye olmak, sosyalleşmek açısından iyi bir şeydir. Ancak yine de yürüme bandında kan-ter içinde kalmak yerine, yaşanan semtte çevre sokakları iyice tanımak için dolaşıp durmaktır asıl PE celp edecek olan. (Hanımlar; koşmayın, oryantal dans kursuna -ya da başka bir dans kursuna- gidin!)

[Bir kriter olmadığımın bilincindeyim, ama beni örnek almaya hazır kişilere (özellikle olgunluğa ;-) yaklaşmaya koyulmuş, 40lı yaşlardaki kişilere) reel umut vermek adına eklemek istiyorum: Gençliğinde psikologlara götürülmüş ve kendi isteği ile gitmiş biriyim. Önceki yanıtlarımda defalarca anlattığım gibi, kendi boyunda bir ilaç dolabım varken, neredeyse 30 yıldır –nadiren grip olmam dışında- Asprin ve yine nadiren Novalgin dışında ilaç almadım. Berbat bir beslenme düzenim var (yemek yapmayı bilmiyorum ve bekarım). Evimdeki aletlerle body çalışıyorum, gerçekten güzel bir bedenim var; ne kalori sayarım, ne protein supplement alırım. (Canımı dişime takıp soslu makarna ve kuru-pilava girişmem, o ayrı.) An bazında (yarın ne olur bilemem, tabidir ki bir yerim bozulacak, bozulacak ki, sonunda ölebileyim :D) ne ruhsal, ne fiziksel bir tersliğim yok ve 30 yıldır böyle. Oysa gençlikte mide rahatsızlığı geçirdim, ciğerimde gölge olduğu, spor yapmamam gerektiği söylendi (spor hocası oldum), kalbimde düzensizlik "teşhis edildi", beyin elektromun çekilmesi gerektiğini bile duydum. Ve aynı gençlikte "cağdaş ve modern aydın" denilen, en küçük sorunda "uzmandan yardım alalım"cı (yaşama kendini bırakmaktan, akıtmaktan çekinen) modelden zırnık farkım yoktu. :D Sınırdan döndüm! Bu sitenin var olma ve işlerimi bırakıp, bıkıp usanmadan, soru yanıtlama nedenlerimden biri de felaketi bizzat yaşamış (tehlikeyi görmüş) olmamdır bence.

Muhteşem bir "yaşama insanı" olan ünlü araştırmacı yazar Halikarnas Balıkçısı'nın bir anısını kısaca ve aklımda kaldığı kadarı ile aktarayım: Arkadaş grubu ile ("Mavi Yolcular" ile) bir yelkenlide gezerken kayalık sayılabilecek bir yere gelirler. Teknedeki kişiler -neşeli bir gruptur- sahile sokulmak isterler. Kaptan ise teknenin zarar görebileceğinden çekinir ve talebi geri çevirir. Balıkçı öfke ile atılır "Gir!" diye bağırır; "Gir, bir şey olmayacak! Sen korkma iş ki!" Bu sözler asla otomobilleri arkadaşlar istedi diye gazlamak demek değildir. Bu olaydaki gizli şifreyi (iki olaydaki farkı), diğer bir deyişle, neden teknenin zarar görmediğini, sezen/anlayan okur, hayatı yaşamak hakkında, (doktor ve psikologlara sanılandan çok daha az gerek olduğu hakkında), hayata akmanın anlamı hakkında, bir şey öğrenmiş ve eğer "yaşamıyorsa" ilk adımı atmış demektir.

Dileyen siteye mesaj atıp, nedenleri bana sorabilir. Hazır yanıt CTRL+C ile gönderilecektir.

Utanarak ekleyeyim: Bu olayı yaklaşık kırk yıl önce duyduğumda, Cevat beyi (Halikarnas Balıkçısı'nı) sözleri ve ısrarı yüzünden kınamıştım! ;-D )

TVda rastlantı olarak izlediğim bir eski manken hanım, sunduğu programda nasıl sağlıklı beslendiği hakkında –haşlanmış kabak üzerine pul biber dökmek benzeri- tüyolar vermekteydi. Hanımı gençliğinden tanırım; her zaman zayıftı ve güzel bir kızdı (zaten Türkiye güzeli oldu). Ancak yirmi sene sonraki fiziği ile haşlanmış bilmemne yiyerek insanın ne hale geleceğinin canlı örneği idi bence. İşin gülünç yanı, programa konuk aldığı doktorun (ya da beslenme uzmanının, ne yazık ki popüler kültüre uzak olduğum için ismini veremeyeceğim), hemen onun ardından "Bu perhizlerle kendinizi mahvettiniz" demesiydi. :D Yiyecekler nimettir! Doğal besinleri yemek olarak güzelleştirmek insanı hayvandan farklı kılar. Cebinde parası olup, o hale gelmek için aç yaşamak bir kadına yakışacak şey değildir.

Son olarak: Herkesin şu noktayı gözden kaçırmamasını rica ediyorum: "Duygu Küntlüğü" lafını okuyunca –Türkçeyi ve Osmanlıcayı iyi kullandığına inanan biri olarak- manasını araştırmak zorunda kaldım. Var edilen Amerikan hastalıklarına, onlara bu kadar "elitist" Türkçe adlar takan zihniyete dikkatle yaklaşmak gerekir diye düşünmeden edemiyorum. (Elitizme inanan biriyim. Seçkinlik; ukala dümbeleği olup, diğer kişileri küçümsemek ve kibirlenmek, kendini -yalnızlıklarla dolu- "yukarılara" taşımak anlamında değildir.) ]

"Gerçekten ne üzüntü ne de mutlulugu çok hissedemeyen bi insanim hatta hemen hemen içimde bi hiçlik var desem yalan olmaz."
Yine bir teşhis! Nereden biliyorsunuz? Birinin beynine girip, NTların o kişiye ne hissettirdiğini ölçtünüz mü ki? Neden her bir insanın kendine özel olduğunu kabul etmiyorsunuz? Siz de böyle birisiniz... Bu kadar basit bir şeyi, inanılmaz bir boyun eğişle, kırgınlıkla, dahası, bir eksiklik, hatta ayıp gibi söyleten Freud çıkışlı disiplinlere selam olsun. Vurun yumruğu masaya (tabi ki yapmayın, elinize yazık, çırpın elleri iki defa) ve "Ben böyleyim! Ama canım çoooook sıkılıyor, o ayrı, öffff!" deyiverin.

Son olarak, kulağa gerip gelecek ama, ben –damardan bir “psikoloji karşıtı” (özellikle de terapi denen ve negatif alanları sürekli aktif tutmaktan başka işe yaramadığına inandığımız şey karşıtı) olarak- psikologlarla görüşmeyi de ÖNERİYORUM! Onlar, kendilerini gerçekten yetiştirmiş, neyi/ne zaman/nasıl söyleyeceğini bilen ve yine bence güzel düşünen kişilerdir… bu yüzden en sevilen kankadan çok daha değerli dostlar olabilirler. Onlarla terapi yapmayın. Dost olun. Olağan konularda görüşlerini alın. Siz konuşmayın, onları konuşturun ve DİNLEYİN. Bence sözleri dinlemeye değer olacaktır.

Ve evet; dostluğun da parasal ederi vardır ve anaerkide para kutsaldır. Para madem ki yaşamı var eden bir şeydir; o nedenle tıbbi yardım, dinsel hizmetler, eğitim, cinsellik ve dostluk için de para ödenebilir.

Bu yaklaşımın yanlış olduğu, ataerkil bir yanılgıdır.

“Ama olurda bi gün kendi is yerimi açarsam sizinle veya sizin gibi insanlarla çalismayi çok isterim :)) Saygi ve hayranligimla..”
Ne güzel bir cümle bu! Hayranlık sözcüğü, adamın ruhunu güzel okşuyor doğrusu. ;-) Ama saygı… İşte bizim sistemimizde en değer verdiğimiz kavram!

Bizde hedef sevgi değil, saygıdır. Kişi, sevdiği bir diğerine zarar verebilir… hatta genelde verir! Sevgi bir belirleyici değil, bir lükstür. Sevgi, Cennet’ten yollanan (başarılarımız karşı yollanan) bir ödüldür. Sevgi duymak evrimle ilgisizdir.

Oysa saygı, evrim yolunda ilerlerken bileğimizin hakkı ile elde ettiğimiz özgün bir kazanımdır. Gerçek bir ruhsal gelişimdir.

Sevmek kolaydır. Güzel ve iyi olanı herkes sever.

Ama herkes saygı duyamaz.

Güzel ve iyi olana saygı duyabilen ise gerçekten gelişmiş, yani PE çekmekte olan biridir.

Bu değerli sözcüğü –pek hak etmesem de- bana bahşettiğiniz (ve bizleri izlediğiniz) için çok teşekkür ederim.



DİP NOTLAR

The biggest problem with this view is that it’s impossible to scientifically test. As a general rule, scientists consider something true only when it can be meaningfully observed or measured. The unconscious mind, by definition, can’t be. After all, its central feature is that it’s completely inaccessible.

Most scientists and philosophers view consciousness as an emergent property of complex computation among ‘integrate-and-fire’ brain neurons which interconnect and switch at chemically-mediated synapses. However the mechanism by which such neuronal computation may produce conscious experience remains unknown.


ANA SAYFA    |    Sorular    |    Astroloji    |    Kuantum    |    Ezoterizm    |    Filmlerimiz    |    İletişim

Dizayn: JANUS722.com    |    © 2015 -