Janus benim 4 yasinda kucuk bir kizim var. Surekli onun hastalandigini, ona bir sey oldugunu senaryolar halinde yasiyorum. Ornegin telefon hafizasindaki fotograflari silmem gerekiyor, kizimin fotograflari icin ah su fotograflari silmeyeyim pisman olurum kizima bir sey olsa derken buluyorum. Kizima karsi sevgi doluyum ama onunla cok oynamam, enerjisine alismaya calisiyorum, bazen kendimi kaybedip bagiriyorum ya da yuksek sesle tepki veriyorum. Sonra yine kisir donguye girip ona bir sey olursa dusuncesi geliyor. Tek buyuttugum icin kizimi manevi olarak zorlaniyorum. Belki bu sebeple bu his geliyor diyorum. Alttan olmasa ne olur diye sorarken buluyorum. Allah korusun, ne yapacagimi bilemiyorum. Bu negatif enerjiden nasil kurtulacagim hakkinda yardimlariniz ricasiyla, Sevgilerimle,
YANIT
Eski öğrencime merhaba! : )
Önce konu dışı bazı sözler edeyim:
1- İnsanların psikolojik dünyalarındaki rahatsızlıkların nasıl giderileceği hakkında ciddi önerilerde bulunmaya hakkım yok. Bu yüzden yanıtımı, tıpkı bu konudaki önceki yanıtlarım gibi, yaşlı (çok uzun yaşamış ve bu süreçte çok şey yaşamış ;-) ) bir adamla dost sohbeti olarak algılayın lütfen.
2- Psikolojiye karşı olmamız, psikologlara karşı olmamız anlamına değildir; bizler psikoloji adlı Freud çıkışlı disipline karşıyız. Bunun en önemli nedeni psikolojinin üzerine kurulu olduğu bilinç sisteminin bilim tarafından (dikkat edin, okültizm değil, bilim tarafından) hızla terk ediliyor olmasıdır. Ancak hala da psikologlar görüşleri alınabilecek, onlara DANIŞILABİLECEK değerli kişilerdir. Önerimiz, onlara hayat hikayesi anlatarak beyindeki negatif alanları tetiklemek DEĞİL; onlara sorular yöneltip, onları DİNLEYİP, görüşlerini benimsemektir.
3- Pedagoji, psikolojiden farklı bir daldır ve ne yazık ki –yanlış bilmiyorsam- İstanbul üniversitesindeki tek bölüm de yıllar önce kapatılmıştır. Artık o alan da psikoloji disiplinine emanettir!
Yorum okura aittir.
Ve yanıtıma geçeyim; ilk adımda NE celbi hakkında iki laf edeyim. NE, kötü insanlarda tabii ki bolca bulunur; ancak NE sahibi olmak illaki kötü ve zararlı bir kimliğe işaret etmez. NE, nice has "kulda" bile celp olur. Hz. İsa'nın bile öfkelenerek (Örneğin Yuhanna 2:15 de ipten kamçı yaparak pazarcıları dövdüğü yazmaktadır) NE celp ettiği söylenebilir.1
[Hıristiyanlıkta zaten ticaret fazla onurlandırılmaz. Müslümanlıkta ise bunun tam tersidir; ticaret kutsaldır. (Müslümanlıkta –Yahudilik ve Hıristiyanlığın "dünyasal" diyerek lanetlediği- yaşam için gerekli/zevkli pek çok şey kutsaldır.) Hz Muhammet ise Ben Saide bölgesinde bir Medine Pazarı kurdurmuştur. Örneğin Bakara 198'de Hac'da bile ticaret uygun görülmüştür ("Hac mevsiminde ticâret yaparak Rabbinizden rızık talep etmenizde hiçbir günah yoktur.") Müslümanlıkta pazarlık da mubahtır, sünnettir; Hz. peygamberin pazarlık yaptığı hakkında hadisler vardır.
]
Sinirlendiğiniz her an, an bazında NE celp edersiniz; bunun bilimcesi, beyninizde sizi o duruma sokacak NTlerin salgılanmasıdır. Sinirli halinizi sıfırlayıp yüzünüze İÇTEN gelen bir tebessüm oturttuğunuzda NE sona ermiş PE celp olamaya başlamıştır.
Bu durumu;
-
Bohr'a ait kuantum yorumu (standart "Kopenhag Yorumu") "gerçekliği süperpozisyon temelli çöktürmek",
-
Stapp'a ait kuantum yorumu "gerçekliği an bazında bilinç yapısını değiştirerek farklı (daha pozitif) şekilde çöktürmek",
-
Everett'a ait kuantum yorumu (Many Worlds Interpretation) "paralel evrene atlamak" olarak ifade eder.
(Burada bir parantez açayım ve bazı –bence gerekli- bilgiler vereyim. Bu konuda pek soru gelmiyor.
Yorumlardan ilk ikisinde gerçekliği "çöktürürsünüz". Yani süperpozisyonda (buna "olasılıklar bulutunda/yığınında/kümesinde" diyelim), "dalga fonksiyonu" (buna da iç-içe geçmiş diyelim) şeklinde bulunan bir olasılığı seçince bunu çöktürürsünüz (bu da "gerçeklik şeklinde realize edersiniz" anlamındadır). Bu eyleminizle süperpozisyon dağılır.
Yorumlardan sonuncusunda ise dalga fonksiyonu çökmez, süperpozisyon (olasılıklar) -siz içlerinden birini gerçeklik olarak realzie etmiş olsanız da- "paralel evrenler" şeklinde var olmayı sürdürürler. Gelecekte (belki bir mili-saniye sonra) içlerinden birine (farklı bir evrene) atlayabilir ve onu gerçeklik olarak yaşamaya başlayabilirsiniz. "Paralel evrene atlamak" bu demektir.)
NEyi celp eden bir diğer etmen, NE celp edeceğinden, ya da NE altında olduğundan korkulmasıdır. Dediğim gibi, korkuyu sıfırlayıp hoşunuz giden bir şey yapıverdiğinizde ya evreni yeni baştan inşa edersiniz; ya da paralel evrene atlayıverirsiniz.
Bu paragrafla aslında NEden nasıl kurtulacağınızı söylemiş oldum; ama siz daha detaylı sözler beklemektesiniz muhakkak ki.
"Kizima karsi sevgi doluyum ama onunla cok oynamam, enerjisine alismaya calisiyorum, bazen kendimi kaybedip bagiriyorum ya da yuksek sesle tepki veriyorum."
Kızınıza olan tutumunuzun iki ayrı yüzü var: "Onunla oynamamak" ve "ona ona yüksek sesle tepki vermeniz" şeklinde ifade ettiğiniz durumlar…
Öncelikle "ona yüksek sesle tepki vermeniz"den konuşalım: Hepimiz özellikle 1800lerden beri farklı ataerkil değerler altında, doğadan kopuk halde yaşamaktayız. Bu yüzden nice –daha önce görülmeyen- hastalıklarla boğuşmaktayız. Uzun yaşıyoruz, ama bu hayat ne kaliteli, ne de sonunda rahat ölebiliyoruz. Bize göre, önceki çağlardaki nice kültür ve uygarlık ilkel kulübelerde zor şartlarda yaşayan ve sık sık ürkütücü orduların saldırısına uğrayıp duran mutsuz kişiler olarak lanse edilseler de, asıl mutsuz olan bizleriz… çünkü artık şartlar daha çok bedenimizi değil, ruhumuzu zorlamakta. Oysa ruh rahatsa, güç şartlara direnmek kolaydır ve ruh ancak "doğal" denen ortamlarda (örneğin rahat seks yaparak, gerçek gıdalar yiyerek, olağan şekilde zorlanarak, bedenen çalışarak vb.vb) pozitive olur. Bu model, insan adlı canlı türünün doğal yaşam modelidir. Oysa acıdan kaçmak adına var ettiğimiz kavramlar bizi –bize ait yaşamdan- uzak tutmaktadır. Eş değişle, kendinizi kötü değil, olağandan uzak kaldığı için zorlanan biri olarak görün ve suçlamayın. Kendinizi ya da bir diğerini suçlamak büyük ölçüde NE celp eder.
Ancak suçlamamak demek, hata olan tutumu sürdürecek olmak demek değildir. İnsanın yapması gereken, değişim için ayağına bağ olacak "kendini suçlama"yı geride bırakarak soğukkanlılıkla hatasını elimine etmeye çalışmasıdır.
Demek istediğim odur ki, dört yaşında bir çocuğa –seyrek olarak bile- bağırmak çok yanlış bir şeydir. "Çok yanlış bir şeydir" cümlesinin anlamı şudur: O çocuk ilerde bağırmayı huy edinebilir, erişkinliğinde size de sık sık bağırabilir, bağırarak envoke olan enerjileri çekip durduğu için giderek basbayağı kötü biri olabilir. Örnek: Suçlu olabilir. Suçlu kişilerin ortak kaderini yaşayabilir –tanrı korusun- cezaevine düşebilir. Bağırmak, bir insanın başını derde sokmak için yapabileceği en kötü işlerdendir.
Şimdi de "onunla çok oynamam" cümlesi hakkında konuşalım: Bizler anaerkil olduğumuz halde (belki de özellikle bu yüzden), çocukların kreşlerde "uzmanlar" tarafından DEĞİL, uzun yıllar boyunca annesince yetiştirilmesi gerektiğine inanırız. Sözlerimle pek çok hanımı kıracak olabilirim, ama hemen anımsatayım: Sözlerimizin mutlak gerçekler olduğunu iddia etmeyiz.
Bize göre anne ev dışında çalışmaz. Çocuğunu arkada başkalarına (uzmanlara) bırakmaz. Çocuk ve anne arasında bu gün bilinmeyen –iyisiyle kötüsüyle, o çocuk ve anneye özel- bir bağ vardır. O bağ kopartılmamalıdır. Annelerin tutumu genelde doğrudur. Bu yüzden çok sevecen olmamak da –size özel- bir tutumdur. Unutulmamalıdır ki, aşırı sevecen olarak çocuğunuza zarar verebilecekken, daha mesafeli olarak onun ruhuna pozitif şeyler katabilirsiniz. Önemli olan onunla ilgilenmek, ona bir süre yakın olmak, insan adlı canlının doğasına perkitilmiş "anne/çocuk" bağını yıllar boyu kopartmamaktır. Anladığım kadarı ile siz kopartmamışsınız.
Bu sözlerden sonra öfke ile başa çıkmak hakkında konuşalım: Aslında o kadar kolaydır ki yapılacak şey… Ancak ben bu güne dek hiçbir uzmandan bu kolaylığın dile getirildiğini duymadım. "Öfke ile başa çıkmak" gibi pek havalı lafa gerek bile yok (çağdaşlık her nedense her şeyi zorlaştırmaktan yanadır; bu anlayışta zor olan kalitelidir. :D ), öfkelenmemenin yolu sadece basit bir beyin alışkanlığından geçer. Kişiye ters gelen olaylarla karşılaşınca öfkelenmeyi beklemeden olaydan kopup güzel bir şey düşünmektir yapılacak olan. Pop kültürün "takma kafana" önerisi son derece değerli bir bilgi ve yönlendirmedir. (Bu basit önerilerin -gerçek çözümlerin- insanlardan "bilimsel değil" diye saklanması çok yanlış bir şeydir.) Beyin sanılanın aksine, BİR ANDA, LAHZADA, NANO SANİYEDE farklı bir ruh durumuna atlayabilen organdır. Gün boyunca zaten bunu yapıp durmaktadır. Örneğin, dostlarla gülerken caddeden gelen bir ani fren sesi duysanız bir anda gerilirsiniz. Öfkelendiğiniz bir düşman özür diler, şık bir biçimde geri adım atar, bir zararı telafi ediverirse onu aniden dost olarak algılamaya, hatta başka hatalarında hak vermeye başlayabilirsiniz. Bunu (bu yeteneği değil, doğal/olağan yapıyı) iradi olarak başaramama nedeni bu işlemi, bu şekilde kullanmanın size öğretilmemiş olması ve bu yüzden atıl hale gelmesidir. Çocukluktan beri öğrenilmesi gerekli bilgiler bizlere öğretilenlerin pek çoğuna sadece ters değil, ciddi oranda eksiktir de…
Sözlerimi kolay-kolay ifa edemeyecek olabilirsiniz. Ancak bu durum sözlerimin hatasını göstermez. O sadece uyumakta olan bir yapının uyandırılmasının zaman alması ile ilgilidir. Bizlerin beynine bebeklikten başlayarak doldurulan yanlış bilgiler yüzünden en temel yapımıza ulaşmak için ne yazık ki bir süre uğraşmak gerekecektir. İnanç, direnç ve bıkmadan/yılmadan yapılan antrenmanlarla söz ettiğim yapı (yani beyni bir anda neşeli konuma getirme becerisi) altı-sekiz ayda uyanmaya başlamaktadır.
Şimdi de bebeğinizle ilgili kaygılardan konuşalım.
Hepimizin beyninin (bize göre önceki yaşamlardan gelen) bir dalgaboyu vardır. Makroda bedenlenme nedenimiz yaşadığımız hayatın süperpozisyonda bizim dalgaboyumuz ile rezonans yapmış olmasıdır. Anılan rezonans sonucu yaşamımıza –kuantum diline göre- "çökeriz", yani maddeleşir bedenleniriz. Madde ortamına karşımıza çıkan olaylarla değişmeye koyuluruz. Özümüz tanrısal olduğu için bu değişim, evrim, daima ileriyedir. Ölünce artık ruhumuzun yeni bir dalgaboyu vardır.
Her bir kişinin dalgaboyunda -makroya çöktüğümüze göre- negativiteler (negatif alanlar) muhakkak vardır. Yüzleşilen olumsuz olaylar kimi zaman bu alanları eksite eder. Şöyle düşünün: Aynı soğuk havada arkadaşınızla otobüs ya da taksi beklerken siz üşüttüğünüz halde, ona bir şey olmayabilir. Sizin üşütme nedeniniz bağışıklık sisteminizdeki zayıflıktır. Aynı zayıflık beyinde –yukarıda anlattığım gibi- bulunabilir ve önceki yaşamdan getiriliyordur. Bu alanı yaşayarak onarırken kimi zaman –çoğunlukla yaşanan bir olumsuzlukla- celp olan NE, ÖNCELİKLE o zayıf alana saldırır. NE sadece yıkmayı (bölmeyi) bilir. Saldırdığı alan ise kişiye özel (kişi beynine özel) olduğu için aynı enerji farklı beyinlerde birbirinden değişik olumsuz tutumlar oluşturur. Ancak yine de bu kaygılar listesinin en üst sıralarında olanlar da vardır ve bunların en popülerleri "sevilenin yitirileceği kaygısı" ve de "mutluluğun yitirileceği kaygısı"dır. Söz ettiğim iki kaygının tipikliğinin nedeni insan adlı canlının beyin ve ruh yapısı (mutlu ortamlarda kalma arzusu) kadar, ataerkil korkutmalar ("Çok güldün, çok ağlayacaksın" inançlarının kültür ile embed edilmesi) altında olmasıdır da… Oysa pozitif durumları negatif durumlar İZLEMEZ… BİLAKİS POZİTİF ŞARTLAR İZLER. Eş deyişle bebeğinizle mutlu iseniz, onunla çok oynamasanız da onu yitireceğiniz endişesi yersizdir.
Ancak korku ve kaygı NEyi celp eden ana faktörlerdir. Bir olasılığa yönelik korku KİŞİ TARAFINDAN CELP EDİLEN NE YÜZÜNDEN gerçeğe dönüşebilir. "Korktuğum başıma geldi" ve "iti an, çomağı yanına koy" sözleri gerçeklerden yola çıkılarak var edilmişlerdir.
Korkuyu yenmenin yolu da çok, ama çok kolaydır ve bu –bize göre- YEGANE yol, korkulan şeyi düşünmemektir. Dikkat edin, korkmanın gereksizliğini düşünmek değil, korkmamaya çalışmak için bilgi edinmek değil, kitaplar okumak değil… BU YAKLAŞIMLAR HALA DA KORKU HAKKINDA DÜŞÜNMEK anlamına geldiği için etkisiz olmaktan öte, alanı eksite edeceği için tehlikelidir de… Düşünmemenin yolu beyine başka –hoşa giden- bir düşünce sokmaktan öte değildir. :)
"Umarim keyfiniz, sagliginiz yerindedir. Sitenizi tekrar aktif hale getirmenizden cok mutlu olduk. Isiginizla bizleri aydinlatip, hayatimizda degisikliklere sebep oluyorsunuz. "
Bu salgın ortamında hastalığa yakayı kaptırmadan şu ana kadar geldik. :D Bu haylazlıkla yarın ne olur, e, valla orasını hiç bilemem. Tıpkı pek çok öğrencim gibi bir sürü saçma sapan hata yapan biriyim… bu dar-ı dünyada (bu dar-ı makrokozmosta :D) bedenlenen herkes gibi… Ama ışık ve aydınlatma bize çok ters sevgili kardeşim.2 Ancak gönlünüzden kopmuş, bana düşen baş tacı edip şükran duymaktır. (Yine de kullanırken dikkatli olun ve bazı şeyleri bilin derim.)
" nasil kurtulacagim hakkinda yardimlariniz ricasıyla"
"Ricasıyla"… Mest oldum… Gönlünüzün zarifliğine hayran oldum. Sağ olun.
(Bu Müslümanlarda farklı bir incelik oluyor vesselam.)
" Giyabinizda hep Allah razi olsun diyorum. "
İhya ettiniz sevgili dostum; Allah sizden razı olsun, Allahu teala'nın inayet ve ihsanı sizden ve sevdiklerinizden (cümle alemden) ayrılmasın.
[Yukarıdaki gönlümden kopan sözlerden sonra "Adam hidayete erdi" diye düşünmeyin dostlar. :) Hala da paganım. Ama her insan, her kim olursa olsun, her neye inanıyor veya inanmıyor olursa olsun, hayat hakkında biraz bir şeyler öğrenmiş ise, kendinden olmayan her farklı şeyde nice değer olduğunu görebilir, dahası, bunu dile getirip KOLAYCA onurlandırabilir. Onurlandırılacak değerler ise Müslümanlıkta gani-gani bulunmaktadır. Güzel haber odur ki, bu din ülkemizde yaygın olarak benimsenmiş dindir. Yanıtlarımda sıklıkla bu güzel dinin akîdelerine yer verme nedenimiz bunlardır.
Altını önemle çizmek isterim, söz ettiğim yaklaşım benim seçkin, ermiş, guru, yüce gönüllü, olağandan farklı biri olduğumu göstermez. (Bu şekilde bazı mesajlar gelmektedir.) Sokağa çıktığınızda yanınızdan geçen yüzlerce kişiden en ufak bir farklı olmayan, sadece BELİRLİ konularda bazı şeyler bildiğini iddia eden biriyim. Bunun dışında aklında en çok hatunlar olan, hayata seks aspektinden bakan, her gece alkol alan, en yakınlarıma zehir gibi olan bir ademim.3
Ve ben, bu halimle, bir pagan olarak, Müslümanlık hayranıyım.
Vermek istediğim, (itiraf ediyoruz: Janus kimliği ile vermek istediğimiz) ana mesaj, her sıradan insanın OLDUĞU YERDE DURARAK, diğerlerine sevgi, saygı ve hayranlık duyabileceğini, DAHASI, BUNU SERGİLEYEBİLECEĞİNİ anlatmaktır. Bu tavır bir üstünlük değil, SADECE UNUTTURULMUŞ BİR ALIŞKANLIKTIR.
E, hadi; hep beraber hatırlatmaya başlayalım o zaman. :)
]
DİP NOTLAR
[1]
15 İpten bir kamçı yaparak hepsini koyunlar ve sığırlarla birlikte tapınaktan kovdu, para bozanların paralarını döküp masalarını devirdi.
[2]
[3]