Yanlis davranislar sonucu ayni senaryoyu tekrar yasamak.
Önceki bulundugum ortamlarda insanlar bana yardim etmek için 'idare' etmislerdi. Lakin ben buna ragmen hatali davranmis ve bu degere haksizlik etmistim.
Daha sonralari, daha farkli insanlar, idare etmeyi bir kenara koyup fazlaca firsat sunmayi, bunu da farkettirmeden yapmayi denediler. Ben yine ihanet ettim.
Bu hatalar dolayisi ile ilkokuldaki sosyal beceri seviyem bir adim ilerlemedi.
Su an üniversitedeyim (istanbul). Ben 26 yasindayim. Onlar 18-20 arasi. Ilk basta dislandim. Istemedim. Rahatsiz oldular. Biraz da korktular. Lakin yine ayni destek durumu olusmaya baslamak üzere. Sinyalleri aldim. Bunun bir yardim, acima oldugunun farkinda olmak biraz etkiliyor maalesef. Ayrica eskiden oldugu kadar idare edilip, firsatlar sunulacak gibi degil de birkaç kez sans taninacak gibi gözüküyor.
YANIT
Asi öğrencime merhaba! : )
" Degerli Janus merhabalar. Bu sorum da muhtemelen kabul görmeyecek lakin yine de deger."
İlk cümlede negativite duşu aldık. :)
Sevgili öğrencim; moderatör arkadaşlar senin düşmanın değil, benim arzularımı yerine getirmeye çalışan dostlarım. Cümlenin anlamını Ergin'e sorduğumda önceden yönelttiğin bazı soruları -negativite içerdiği ve birden fazla soru barındırdığı için- reddettiklerini öğrendim. Ve de Ergin'in sana açıkladığı gibi, artık –benim arzum gereği- kabul edilecek sorular birazcık daha dikkatle seçiliyorlar. Bu mesajın için bile Ergin sana kıyak çekmiş. ;-)
Bana "E, iyi de, filan-falan-feşmekan soruda daha fazla negativite var, moderatör onu kabul etmiş. Bana garezi var işte!" diyebilirsin. Hatta içten içe buna inandığına da bahse girerim. Ancak bil ki, ellerinde içerikte "özel öğrencilerim"in e-mailleri yer alan bir adres listesi bulunmakta. Söz konusu adreslerden gelen sorulara kesinlikle hoşgörüsüz olma izinleri var.
Bu davranışımın mantığı "Elimden geleni yaptığım kişiler hala oldukları yerde durmaya inat ediyorlarsa, artık onlar için elimden gelenin fazlasını yapacak değilim"dir.
Özel öğrencilerime –ücretsiz olarak- yolladığım açıklayıcı ses dosyaları ve email mesajları sonrasında hala da bana mesaj atıp soru sormaları benim dünyamda tek anlama gelir: Bilmeleri gereken konuları öğrenmedikleri ve hala da bize çok ters olan "dert anlatma" zevkinde gömülü durdukları! Bizim sisteme göre bu yaklaşım şeytan işidir; çünkü foton atan kelimelerle beyindeki negatif alanı daha da eksite etmekten öte anlamı yoktur. En ilgilendiğim kişiler bu hataya HALA düşüyorlarsa yapacağım bir şey kalmamış demektir.
Modertörlerdeki listenin var olma nedeni budur.
Cümlelerin hakkında konuşmaya başlayalım.
" Önceki bulundugum ortamlarda insanlar bana yardim etmek için 'idare' etmislerdi. Lakin ben buna ragmen hatali davranmis ve bu degere haksizlik etmistim."
Herkes hata yapabilir; hatalar birer yön tabelası ya da danışmandırlar.
" Daha sonralari, daha farkli insanlar, idare etmeyi bir kenara koyup fazlaca firsat sunmayi, bunu da farkettirmeden yapmayi denediler. Ben yine ihanet ettim."
Negatif bir cümle bu... Senin "yanlış yaptım" ya da "gerektiği gibi davranmadım" demeni yeğlerdim. İhanet bir suçtur. Bir insan bu kadar kolay "ihanet ettim" diyebiliyorsa, ya bu sözcüğün içeriğindeki negativiteyi hala olması gerektiği kadar çözememiştir, ya da kendine acı çektirmeyi seven bir yanı vardır. Hata yapmak ile hatalar yüzünden kendine acı çektirip durmak (ve de hala katre değişmemek) farklı şeylerdir. Bu durumda hatalar artık dostluktan çıkarlar, birer ifritlere dönüşürler.
" Bu hatalar dolayisi ile ilkokuldaki sosyal beceri seviyem bir adim ilerlemedi."
Bu "sosyal/asosyal" işlere fazla takılıyorsun sevgili siyah. Bunun da gerisinde ataerkinin en sevdiği, en popüler, en yaygın ve en modern tuzağının seni sinesine almışlığı var. Bu tuzağın adı: Sosyallik!
Günümüzde sosyal denen ortamların pek çoğu kalabalıkların kıyasıya vuruştuğu arazilerdir. Makrokozmosta "şahane sosyallik" olarak nitlenebilecek pozitif bir şey yoktur. Bu pek çok kişiye "Adam tam sıyırdı" dedirtecek sözlerimi şöyle kanıtlayayım: Lütfen herkes kendine en sıcak arkadaşı ile bile hangi sürede geçinebildiğini sorsun. Hepsi ile ya "bir barışıp, bir küsmesi" ya da kavga edip darılması, böyle fantezinin olmadığının kanıtıdır. Oysa sosyallik başlığında dayatılan "dostluk" adlı kavramın sıcacık, koruyucu, mutlu edici, sarıp sarmalayıcı ve de KALICI olması gereklidir. Ara ki bulasın… Bu ortamı aramak, bulamayınca karalar bağlamak, tek boynuzlu atı aramak için cengaverce ortaya atılmak ile birdir. Girişim havalıdır, ama yolculuktan el boş dönüleceği kesindir.
Kimseye "kukumav kuşu" gibi yalnız olun diyen yok. Söylemek istediğimiz, "Boş hayalleri hedef alanlar, hem eli boş döner, hem de özgün yapılarına ters yönde arayışa çıkacakları için dengelerini yitirecek olabilirler"dir.
Bazı kişiler yalnızıdırlar.
Bazı kişiler o kalabalık içinde NE celp etmeden var olabilirler.
Bazı kişiler o kalabalığa ihtiyaç duyarlar.
Bunların her biri eşit ölçüde doğrudur. Yanlış olan, aslında "kalabalık" olan bir ortama, kimse bulamayıp üzüntüden kendini yesin diye taç takmak ve ultimte aim diye millete kakalamaktır.
Şurası da önemlidir: Kalabalık içinde rahat olanlar genelde çoğunluğa (yani kalabalığı oluşturan kimliklere) benzer kimlik taşıyanlardır. Bunda bir yanlış yoktur.
Kimi kişiler ise olağandan farklı kişiliklerdedirler. Bunda da bir yanlış yoktur.
Ama bu kişiler kalabalıklarda –doğal olarak benzerleri olmadığı için- fazla rahat edemezler. Bu yapıyı kafaya takmak, gerçeğe gözünü yumup ataerkil doğruya göre metot belirlemeye uğraşmak tek boynuzlu at cengaveri olmaktan başka anlam taşımaz. Dahası, bu kişiler, kalabalıktaki kişiler onları –yine doğal olarak- anlamakta zorluk çekince onlara öfkelenirler. Onlardan olmanın gerekliliğine öylesine inandırılmışlardır ki, başarı elde edememe nedenini karşılarındaki insanlara yüklerler. Oysa burada doğal bir yapıdan öte bir halt yoktur. Kimse düşman ya da dost olarak ağdalı kavramlarla nitelenmemelidir. Ortada sadece benzeşmek veya benzememek gibi basit bir yapı vardır. Yaşam –ağdalı kavramlar aşılırsa- son derece basittir. Her şey etki ve tepki işidir.
Sen farklı birisin. Bizler de öyle… Bunda en küçük bir zaaf ya da karizma noksanlığı görmeyiz.
Hemen iki reel kişiden örnek vereyim:
Pozitif Enerji eğitiminin mimarı, bir Mecusi üstat ve Kung Fu meditasyoncusu olan arkadaşımız yapayalnızdı. Kimseyi aramazdı. Yalnız başına içerdi, yalnız başına gezerdi. Ama herkes onu severdi… o da gerçekten herkesi severdi. İnsanların yardımına koşmakta üstüne yoktu. Yabancı bir turist gelse, dilini bilmese de, sadece o turistle anlaşırdı. Yani büyük bir iletişim yeteneği vardır. Adam kungfucuydu ve iri yarı biriydi oysa. :D Ayrıca son derece gösterişli bir fiziği vardı. Bir defasında bir bara girdiğimizde DJ ona ithaf olarak Tom Jones'un Sex Bomb adlı parçasını çalmıştı. Hala da kalabalıktan uzak yaşardı… çünkü farklılığı yüzünden anlaşamayacağını bilirdi.
Kendi öz babamdan söz edeyim: Sean Connery'ye benzeyen bir adamdı; hatta rahatlıkla Connery'nin ince hatlısı diyebilirim. Yetmiş yaşında kendinden 35 yaş küçük bir hanımla evlenip o yaşta bir de oğlu olmuştu. Eskinin ünlü bir assolisti ile macerası vardı. Sınırı aşıp o assolistin programına gidince, hanımın kocasının adamlarından bir telefon kulübesine girip, "Beni kurtarın" diye hakim arkadaşlarını arayacak kadar hızlıydı. Tek bir (1 adet bile) erkek arkadaşı ya da arkadaş gurubu yoktu. Annem sağken erkenden eve gelir, hobileri ile uğraşırdı.
Yani yalnızlığı sevmek, yalnız olmanın kendine daha iyi geleceğini görebilmek, bunu kabul edebilmek (kendini bilmek) bir erdemdir… bu bir. İki: Bu gibi kişilerin –kenarda köşede kalan tip- muamelesi görecek adamlar olduğunu sanmak saçmalığı dik alasıdır.
Senin hatan, seni farklı görüp DOĞAL OLARAK biraz uzak durmak isteyenleri cellat şeklinde nitelemektir bence.
Anlayış adlı "her şeyi olduğu gibi görebilmek" de bir erdemdir.
Farklı olanın biraz yalnız olduğunu anlamak; bunun güzelliklerini realize etmek, kalabalığa elden geldiğince yakın, ama olması gerektiği kadar uzak durmayı öğrenmek daha büyük erdemdir.
Söz konusu "yer belirleme" rahatça (suçluluk duymadan/kimseyi suçlamadan) yapılırsa, ve "İLLAKİ kalabalık içinde olacağım" kafaya takmışlığı yoksa, celp edilen PE bir orta nokta (ortada buluşma noktası) yaratacaktır.
Bizler bu orta noktayı aramadık. Azınlıkta kalmanın rahatlığını, yalnız olmanın getirdiği güzellikleri fark ettik. Bunun anlamlı kapıları kalabalığa kapamak asla değil; kalabalık ile yalnızlık içinde, ama hala da yan yana, hatta kol kola yaşamayı becermektir.
" Su an üniversitedeyim (istanbul). Ben 26 yasindayim. Onlar 18-20 arasi. Ilk basta dislandim. Istemedim. Rahatsiz oldular. Biraz da korktular."
Cümleni (beyin düşünce sistemini) pozitive edeyim:
Sanıyorum yaş farkı yüzünden fazla yakınlık kuramadık. Beni pek aralarına istemediler gibi. :) (Buradaki smiley çok önemli). Bunu –onlardan olgun bir kişi olarak- anlıyorum. Yapacak bir şey yok. İdare edeceğiz olduğu kadar. Bu durumun nedeni olağandan farklı bir yaş kümesinde yer almam. Zaten bu makroda ne tam yolunda ki? Bunun nedeni de kendi beyin elektriğimiz. Ama ben kötümser değilim. Onlara saygılı ve anlayışlı şekilde, elimden geldiği kadar sıcak, yardımsever ve sempatik bir kişilikte, biraz yalnız başıma duruyorum. Bence bu tavrım ile zaman içinde iletişim kurulacak. Kurulmazsa da kurulmaz. Valla kendimi üzemem.
Şimdi negativite üzerine gidelim:
"Ilk basta dislandim."
İnsanoğlu adlı yaşam forumu karşı taraftan bir tehlike olduğuna inanmazsa dışlamak değil, çekmeye programlıdır. "Yarar sağlayanlara yakınlaşma, zarar vereceklerden uzaklaşmak" olarak adlandırılacak bu tepkinin gerisinde insanları hayatta tutma mekanizması vardır.
Bu "yaş farkından dolayı dışlanmak" inancının yanlışlığını da reel bir kişi -Bülent Kısa- üzerinde göstereyim: Kendisi 50+ yaşlardayken gençlerden müteşekkil iki ayrı ortamda, gençler kendisinin Bülent Kısa olduğunu bilmedikleri halde, lider konumuna geçmişti. Bu ortamlardan biri hakkında bilgi veremeyeceğim; çünkü bir olasılık, yanımda olsa bunu istemezdi. Oysa gerçekten çok çarpıcı bir örnektir. Diğeri ise metal müzik ile ilgili bir ortamdı. Bu müzik tarzını kendi çok severdi. Bir ortamda metalci gençler arasında –onların babaları yaşında olduğu halde- son derece popüler ve sevilen bir konuma gelivermişti.
"Rahatsiz oldular. Biraz da korktular."
26 yaşında da olsa, 36 da, kendi halinde olan, hasb-el kader kendine benzemeyen (daha genç olan) kişilerle bir arada yaşamak (eğitim almak) zorunda olan birinden insanlar kesinlikle rahatsız olmazlar… hele ki korkmazlar. Eğer rahatsız oldular, ya da korktularsa, senin bir davranışın bu duyguları geliştirmiş olabilir.
Kusura bakma, itici ve dik bir halin her yanından sızıyor değil, fışkırıyor. Sen bu –gerçeğine zerrece benzemeyen- kimliği pek seviyor, sanki pek karizmatik buluyor, hatta belki de kalkan olarak kullanıyorsun. İnsanlar bu "kalkan kimlik" işini "şıp diye" sezerler. Kalkan kimliği olanı –kendi olmadığı için- tedirgin edici bulurlar. İnsanlar yapılar gereği RAHATA ÇEKİLİRLER. Korunmak adına yapılması gereken İLK ŞEY RAHAT OLMAKTIR. Düşünmemek… Kaygılanmamak… Tedirgin kimlikte yaşamamak… "Ne dediler, ne yapacaklar, nasıl karşıladılar, ne yapmalıyım?" diye kafa yormamak… Kimseye rahatsızlık vermiyor olmaya azami dikkat göstererek, diğerlerinin seçimlerine NEZAKETEN DEĞİL, YÜREKTEN, SAYGI DUYARAK, HATTA SEMPATİ DUYARAK, ILIMLI ŞEKİLDE bildiğini okumak…
Sevilmenin, farklı olduğun halde kalabalık tarafından –olabileceği kadar- kabul edilmenin temel ve sihirli formülü bundan başka bir şey değildir.
Şu "İnsanlar tarafından sevilmek" konusuna gel, biraz daha teknik takılalım:
Hoşuna gimeyen her lafa "çata-çat, pata-pat" cevaplar yetiştirirsen, kendini ne haklı olduğun konusunda (en çok da içsel) konferanslar verip durursan, sürekli bastırmaya çalıştığın bir öfken olduğunu insanlara sezdirirsen insanlar senden korkarlar. Aslında hisleri "yıldıkları ve yaptığın şeyler canlarını sıktığı için uzak durmaya karar vermek" şeklinde yorumlanmalıdır.
İnsanlara kendini kabul ettirme ve sevdirmek aslında su gibi kolaydır, formül "insanlara KARŞILIKSIZ bir şeyler vermek"ten öte değildir. İnsanlar -makro yapısı gereği- "hayatta kalma içgüdüsü" yönlendirmesi ile kazanç elde edeceklerine inandıklarına yaklaşır, diğer tipe uzak dururlar. Yani insanlara KARŞILIKSIZ bir şeyler verenler genelde benimsenir.
Ancak karşılıksız vermek, bir sanattır.
Bunu yaparken içtenlikle dolu değilsen insanlar tedirgin olurlar; çünkü işin içinde iş olabileceğini düşünürler.
Diğer yandan insanlar –yine makro yapısı gereği- verilene alışırlar. Bunu kanıksarlar ve sürekli bekleyebilirler.
Bu iki durumu aşmak adına sürekli vermek, ama verirken araya –bir çeşit- "ciddiyet mesafesi" koymak onlara hem "kolay lokma" olmadığını, hem "yalaka" olmadığını, hem de "çıkar amaçlı plancı" olmadığını anlatır. Böylece verdiklerinin değerine daha bir varırlar, sana saygı bile duymaya başlayabilirler.
Sen, öğrencilerim içinde en kibar, en güzel gönüllü, en hatırnaz, en kadirşinas, en ince ruhlu ve sıkı dur; en baş belası kimliği sergileyen TEK ÖĞRENCİMSİN. Bu işi nasıl becerdiğini anlayan beri gelsin.
Bu çelişkinin gerisine şeytanı, obsesyonu, ruh hastalığını, falanı-filanı yerleştirmek, işin kolayına kaçmaktan öte değildir. Yarattığın bu garip karmanyolanın gerisinde dediklerimize inanamaman, önerilerimizi benimsemeye yönelik gizli isteksizliğin ve belki de bundan doğan tembelliğin var. Yani makroda yüzleşeceğin her olaydaki gibi, YAŞADIKLARININ NEDENİ SENSİN.
İşin fîraklı yerine geleyim:
Sen ve bir diğer delikanlı, yüzlerce kişi arasından seçtiğimiz iki kişiydiniz. İkiniz de bizleri büyük düş kırıklığına uğrattınız!
Bu sözlerimi "Biz çok şey biliriz, siz hiçsiniz, sözümüzü dinlemediniz… Cezalısınız… Çekeceksiniz!" olarak duyma. Bu cümlemde ciddi ölçüde bir elem var. Ben üzdünüz.
Bir gün bana çok yakın ve gerçekten çok sevdiğim biri benim için "Bir çiçek bile yanına düşen tohumuna benziyor, sen nereden çıktın böyle?" demişti… Haklıydı suçlamasında. Şuradan biliyorum: Gelecek yıllarda satanist olacak ve her şeyimi yitirecektim. (Bu konuda detaylı bilgi edinmek için 1898 Yılından Beri (Sıradışı Bir Hikaye) adlı kitabımı okuyabilirsiniz.) Ben bu değerli yakınım gibi konuşmam; ama sana şunu söyleyeyim: Bu kadar zaman bize beklediğimiz kadar benzememiş olman, sana söylediklerimi duymazdan geldiğinin kanıtıdır. But the night is still young. You have miles to go, before you sleep. Sonunda başaracaksın... bunu biliyorum... tıpkı benim gibi. ;-)
" Lakin yine ayni destek durumu olusmaya baslamak üzere. Sinyalleri aldim."
Süper… Ama bunu da önemseme.
Sen ve kendin, İÇ İÇE…
Ama hala da kalabalıkla YAN YANA…
" Bunun bir yardim, acima oldugunun farkinda olmak biraz etkiliyor maalesef."
Hiiiiiç fark etmez. Yine genel ile çelişeceğim: Sen kendine acımıyorsan, diğerlerinin sana bir nedenle acıması, bir felaket değil, onlara güzel kontaklar kurmak için bir fırsattır. Kullan bunu… Ama sen kendine acıyorsan, onlar da acırsa… o zaman işler sarpa sarabilir. Kalabalık kendisine her nasıl yaklaşıyor olursa olsun; iyi ve kötü tarafları ile ne olduğunu iyi bilen, bu yapıyı severek sırtlamayı beceren, kendini SUÇLAMADAN eleştirme gücüne sahip olan, beğendiği yönlere gururla değil, sevgi ile yaklaşan herkes –farklılardan olsa da- kalabalık ile iletişim kurmayı eninde sonunda becerir.
"Ayrica eskiden oldugu kadar idare edilip, firsatlar sunulacak gibi degil de birkaç kez sans taninacak gibi gözüküyor."
Bu iyi haber tabi ki… Ama "şans sunmamaları"nın ne kadar fazla önemi yoksa, şans sunmaları de büyük ödül değildir. Şansı sadece sen kendine beyin elektriğinle sunarsın. Stapp'ın dediği gibi, "Seçme şansımızın olduğu makrokozmosta, şansın varlığından artık söz edilemez." Kendisi deha olarak nitelenen bir kuantum fizikçisidir ve üzerinde durduğu en büyük konu şans diye bir şeyin olmamasıdır. Bu konuda –benim yaptığım gibi- laf üretmez; bir fizikçi olduğu için teorisinin reel formüllerle gösterir. Demek oluyor ki, şansı unutacaksın.
Toparlayayım: İnsanlar senden en çok sen onlardan korkuyorsan korkarlar; çünkü bilinçteki korku, celp ettiği NE ile adama daima hatalı tavırları sergiletir. Korkuyu yenmenin YEGANE yolu ise o konuyu fazla düşünmemek, "kafaya takmamak", farklı bir alanda kişiye zevk veren bir alan bulup o alana (ya da duruma göre düşünceye) –korku doğmaya başladığı anda- atlamaktır. (Söz konusu tutumu basite indirgeyerek bir kliple Pozitif Enerji eğitiminde öğretiyoruz. Bazı öğrencilerimiz o kadar başarılı oldular ki, bizden kilidi açmak için antrenman istiyorlar. :D)
Unutma ki, çözümlemeye çalışmak veya çıkış yolu aramak da düşünmektir. Planlar, derin düşünceler eşliğinde değil, hayata pratik ve kısa süreli bakışlarla yapılmalıdır.
Bu davranışı zaman içinde beyin öğrenebilmektedir.