Inanilmaz disiplinsiz ve iradesiz bir insanim. Ögrenmem gereken çok önemli iki sey var ve yogun bir ögrenme&maruz kalma sürecine girmemin gerekli oldugunu biliyorum. Fakat sadece hayal kurmak ile yetiniyorum, aksiyon yok. Utanarak söylüyorum ki çogu zaman entelektüel birikimiyle övünen ben, hala iyi bir derecede ingilizce bilmiyorum mesela, yazarken tekrar utandim. Ingilizce sadece bir örnek, baglami dogru izah etmek açisindan. Ingilizceyi ögrenmeyi çok istiyorum çünkü ilgilendigim alanlarda ingilizce çok önemli, ve ben bilgiyi seven bir insanim. O bilgileri okuyup anlamak ve kendime katmak istiyorum, bu beni çok heyecanlandiriyor. Lakin bir türlü 'icraata' geçemiyorum. Buna sebep olarak, biraz da janus olsa nasil düsünürdü diye düsünerekten "yeterince istemiyorsun demek ki" diye düsündüm ama gerçekten çok istiyorum, ugrasma kismi sanirim beni korkutuyor ve bir türlü baslayamiyorum. Bana bu konuda ne önerirsin?
Yetenek ve zeka konusu hakkindaki düsüncelerini merak ediyorum. Benim kendi düsüncem belli, fakat senin fikirlerine önem veriyorum. Farzi misal bir arkadasimiz var,(bu benim😁) ilgilendigi alanda güzel yerlere gelebilmek için bilissel kapsitesinin yeterli olmadigini ve sanssiz dogdugunu düsünüyor. Fakat bu alanda iyi yerlere gelmeyi çok istiyor. Majikal çalismalar IQ'yu artirmaz gbisinden bir cevabin oldugunu animsiyorum, ama bazi esmalarin aritmetik ve fizik konularinda yararli oldugunu biliyorum. Ne önerirsin?
Aklima gelenler bu kadardi, simdiden çok tesekkür eder iyi ve saglikli günler dilerim.
YANIT
Sevgili öğrencime (ya da arkadaşıma) merhaba! :)
" Inanilmaz disiplinsiz ve iradesiz bir insanim."
Gelin şu cümleyi "Tembelim" şeklinde basitleştirip üzerinde öyle konuşalım.
Bize göre tembellik kavramı –tıpkı depresyon gibi- gerçek bir şey değildir; bu durumun nedeni kişinin yapmak, ya da sahip olmak istediği bir şeyi yapamaması, ya da sahip olmaması ve daha kötüsü, buna asla yapamayacağına veya sahip olamayacağına inanmış olmasıdır.
Şöyle düşünün: Tembel birisiniz ve/veya depresyondasınız. Ancak bir arkadaşınız son anda çok önemli bir derby maçı bileti ile ya da ülkemize gelmiş olan ve kolunuzda adı dövme ile yazılı grubun üç bin liralık bileti ile geliyor. (Belki de lotodan 30.000 çıkmış, Katy Perry (One of the 25 Hottest Actresses in the World listesi bilincisi) "Karın yap beniii", Paul Rudd (People magazine's Sexiest Man Alive 2021), hatta sizi çıldırtan dizi oyuncusu "Kocan yap beniiii" diye kapınıza dayanmış. :D) Yüzleşeceğiniz trafiğe, soğuk (ya da sıcak) havaya, henüz yemek yemediğiniz için maça veya konsere aç-açına gideceğinize, şu pürüze-bu pürüze bile aldırmadan bence stadın ya da konser alanının yolunu tutarsınız. Oysa bir saat önce anneniz ya da hanımızın "Likit yağ bitmiş, lütfen markete gidip alıver, ben yemeğin başından ayrılamayacağım" sözünü (ya da "dersine çalış" veya "projeyi bitir" uyarısını) kös dinler gibi dinlemişsinizdir.
" Ögrenmem gereken çok önemli iki sey var ve yogun bir ögrenme&maruz kalma sürecine girmemin gerekli oldugunu biliyorum."
Bir şeyin öğrenilmesinin gerekli olduğu yönündeki düşünce/bilgi, o şeyi öğrenmeye başlamak için bütünü ile yetersiz bir argümandır. Bir şeyin gerekliliğini insan beynine sokabilirsiniz, ama kişiyi onu yapmaya istetemezseniz, kafaya soktuğunuz bilgi beyinde, raftaki şık biblo gibi durur. :D
" Fakat sadece hayal kurmak ile yetiniyorum, aksiyon yok."
İzlediğim LHC hakkındaki bir dokümanter filmde, collider'da görevli teorik fizikçilerden biri en önemli yeteneğinin zekası değil, düş kurma eğilimi olduğunu söylemişti. Bilimsel buluşlara yön veren nice değerli kurgu-bilim romancısı edebiyat yeteneklerine ek olarak sadece bu yetileri ile para kazanırlar. Siz de belki de aksiyonu yanlış yerde ("illaki doğrusu budur" diye sizi kafaladıkları yerde) aramaktasınız. O "doğrusu bu" ülkesinde yeteneğiniz yoksa isteğiniz de olmayacağı için, elinizde kalan sadece oturup neden/niçin teorileri üretmek olacaktır.
" Utanarak söylüyorum ki çogu zaman entelektüel birikimiyle övünen ben, hala iyi bir derecede ingilizce bilmiyorum mesela"
Entelektüel birikim tembel insanların fazlaca sahip olduğu bir durum değildir ki. Bence en yorucu iş, bir inşaatta tüm adaleleri sağlıklı olarak kullanarak çimento karıp, kırık-dökük bir tahta iskeleye tırmanmak değil; elde kitap, bir iskemlede hareketsiz olarak oturup tek bir hazretin sözlerini beyne sokup durmaktır. ;-) Kitap okumanın en kötü yanı insanı hareketsiz bırakmasıdır. Özellikle kışın, bir süre kitap okuyan kişilerin üşümeye başlaması, metabolizmanın bu işten hiç hoşlanmadığının kanıtıdır. Bedenine bu kötülüğü illaki yapacak olanlar bari bilgisayar başında bilgisayar oyunu oynasınlar, daha iyi bir iş ederler. :D
Şaka bir yana lisan bilmemek günümüzde gerçekten ciddi bir eksikliktir. Ancak sizi eleştirmeme izin verin: Entelektüel birikim dediğiniz şeyleri kafasına doldurmuş bir kişinin bu süreyi neden lisan öğrenmeye ayırmadığını anlamak zordur.
O entelektüel birikimi nasıl elde ettiğiniz önemli bence: Kendinizi "bu gereklidir olmazsa olmaz" diye zorlayarak mı? Yoksa merak edip isteyerek mi? Her iki durum da tembel olmadığınızın göstergesi olabilir. Bence siz yukarıda söz ettiğim gibi sadece sevmediği işleri yapmaya yan çizen birisiniz. Ben bu eğilimde zerrece bir eksiklik görmem. Bu eğilim, kişiyi asıl yaratıcı alanına yönlendirir. Ama ataerkil kültürde "okusun adam olsun" şeklinde beyinlere doldurulan kitap/bilim sevdası insanlara gerçekte ne olduklarını unutturur. Ne yazık ki kimse bu sevdanın insan mutluluğuna en-en-en küçük bir katkısı olamadığını görmez… ha, babam ona ne ezberletildi ise –bizim "papağan sendromu" gereği- onu yineler.
Herkes farklı bir alanda yeteneklidir ve akşam kapıma öfkeli okur kümelenmesini göze alarak yazıyorum: Söz konusu yetenekler içinde en azı kitap okumak ve felsefi bilgi edinmek yönündedir. Harold Robbins'in 79 Park Avenue adlı romanı bir fahişe hakkındadır. Kadının şu sözü, nice parçacık fizikçisinin teorisinden daha dikkate alınmalıdır bence. Der ki "Bazı kızlar sekreter, bazı kızlar wife olmak için doğar. Ben fahişe olmak için doğmuşum. En iyi yaptığım iş bu." Marja (söz ettiğim fahişe), ilerdeki sayfalarda tıpkı Madam Claude gibi önemli bir konuma gelecektir.
Fahişe doğan kişiler (ya da inşaat işçisi doğan kişiler), ataerkil kültürün "fahişelik bir felakettir, en iyisi kitap okumaktır, doktor, mühendis, avukat olmaktır" katliamında tembel de olurlar, depresyona da girerler. ;-)
[Anaerkil uygarlıklarda fahişeliğin bir paye olduğunu anımsatmama izin verin. Fahişeliğin zevk verme (bir insanın ödül devrelerini tetikleme) sanatı değil, para için tüm değerlerini satma ortamı olması ataerkil kültürlerde görülür.
]
Ama konu sadece fahişelikle ilgili değildir aslında. Kimi kişi –erkek de olabilir- fahişe olmak için doğar. Kimi amele… kimi gezgin… kimi serüvenci… kimi kütüphaneci… kimi yazar… kimi masalcı... kimi çiftçi… kimi mühendis… kimi meddah (konuşmacı)… kimi bilgin (bilgi-sever).. kimi -hazır mısınız duymaya- okur. :) Ataerki ise alanları daraltır; bir de bu darlığı "değer" gibi gösterir. Plan; iki-üç zıtlık yaratıp "tarafını seç" , ya doktor/möhendis, ya fahişe/amele denmesi şeklinde işler. Bu lafları duyunca bizler de ona şöyle demekteyiz: "Tamam babacım, anladık, fazla yorulma; ama senin kafanın basmadığı şu: Kaç parmak izi varsa, o kadar da seçilecek taraf vardır. Sen gölge etme, biz tarafı seçmeyi biliriz."
Kendi olamayanın ise önce canı sıkılır, ardından bunalır… bu durumun tembellik ya da fiyakalı bilimsel bir isim takılıp hastalık diye empoze edilmesine kanar… ve hastalanır. :)
Ayrıca meslek ortamında üretilen şeyden illaki yüksek gelir elde etmek mutluluk için ÖNCEL lüzumu olan bir durum değildir. Mutluluk SADECE ruhsal rahatlıkla gelir. Ruhsal rahatlık ise –ataerkil kalıplara ters düşmeyi göze alarak, korkusuzca- "kendin olmak"la... Mutluluk ve rahata (doyuma) götüren bu seçim zor bir seçimdir. Gözüpeklik ister, direnç ister… Özgürlük, aklına geleni yapmak DEĞİLDİR; özgürlük, sadece "kendin olarak" elde edilebilecek bir rahatlamadır.
[Kendilerinden olmayanı da –dikkat buyurun- EN KOLAYCA bu gibi rahatlamış kişiler benimserler; farklılıklara en çok bu kişiler saygı duyabilirler. Rahatlık, insanoğlunu erdemler yakınlaştıran bir beyin süredurumudur.
]
Tabidir ki doğal (belki de küçümsenen) yetenek/eğilim ve seçim ZORLANARAK cilalanmalıdır. Ancak HER kişi, "kendi" olduğu alanda bu zorluğu üstlenecek güce sahiptir.
" O bilgileri okuyup anlamak ve kendime katmak istiyorum, bu beni çok heyecanlandiriyor. Lakin bir türlü 'icraata' geçemiyorum."
Bizim dünyamızda şu ilkel inanç hakimdir: "İsteyen yapar" ;-)
İsteklerin yapılması en temel insan huyudur. Gerisinde her insanda bulunan zevkçilik eğilimi vardır. Sizin yerinizde olsam bana doğru diye belletilenlerden korkusuzca soyunur, kim olduğumu baştan arardım. Bence siz "entelektüellik en yüce değerdir" yalanı kurbanlarındansınız. Çok tepki çekeceğimi bilerek –ben burada en sevilen insan olmak için bu kadar yazmıyorum- şunu söylememe izin verin: Hayatı yönlendiren ve olağandan daha iyi koşullarda yaşayan iş adamı ve politikacı (hatta Amerika'da mafya) adlı kimliklerin entelektüel birikimlerinin acınacak kadar sığ olması bilinmez bir durum değildir. Gerçek yaşamda entelektüel birikimin kazanım sağladığını söylemek bence gerçeklerden kaçmak anlamındadır. Hayatın varlık nedeni bilgi değil, eylemdir. Yaşam, bilgi kumkuması olmanın değil; atılımın, cesaretin arkasındadır.
" ugrasma kismi sanirim beni korkutuyor ve bir türlü baslayamiyorum. Bana bu konuda ne önerirsin?"
Kesinlikle uğraşmamanızı…
Çok uç örnek olsa da (yani fazla üzerinde durmayın) anlatmadan geçemeyeceğim: Üniversiteden bir arkadaş vardı. Biraz silik ve aramıza fazla karışmayan ya da karışamayan bir arkadaştı. Bir dönem leave of absence aldı… sonra okuldan ayrıldı. Bir gün onu Fitaş sineması önünde karaborsa bilet satarken gördüm. Çok üzüldüm tabi ki… "okumayan" böyle olurdu işte. O da beni tanıdı. Biraz konuştuk…
Artık farklıydı!
Yeni halini "tuttuğunu koparan ve uyanık biri" olarak niteleyebilirim. An azından artık… ne desem? "Canlıydı". "Becerikli" denilebilecek bir kimlik sergiliyordu. Onun bu değişik hali bana kendini bulduğunu düşündürmüştü. Fakültedeki silikliği, ait olmadığı bir yerde durmaya zorlanmasına bağlı mıydı acaba? Bir fahişeyi (ya da ameleyi veya karaborsadece bilet satarken "canlanacak" birini), adam olsun diye üniversiteye sokmak, onu kısa yoldan yaşarken ölmeye havale etmek olabilir.
Bir tanıdığımdan daha söz edeyim: Bu arkadaş günümüzde hala çok popüler olan bir üniversitenin, çok para getiren bir bölümününde okudu. Okumayı değil, otostopla dünyayı gezmeyi istiyordu. Ailesi ise onu "adam etmeyi"… ("Beni adam etmek istediler" sözü kendisine ait; ama bu sözü hiçbir zaman ailesini suçlamak için kullanmadı, bilakis, onları çok da güzel anladığını vurgulardı.) Ama üniversitenin ilk günü kadar, Koç Burroughs'a staj için girdiğinde de aklında tek bir düşünce vardı: "Buradan kaçmalıyım!"dı o düşünce.
Kaçtı da…
Açıkta yattı, gerçek anlamı ile aç kaldı; ama tek bir gün, hatta tek bir saniye o eğitimde kalmadığına pişman olmadı.
Siz "Nereden bu kadar kesin biliyorsun? Belki de o tanıdığın bu sözleri ile martaval attı?" diyebilirsiniz. Hemen yanıt vereyim.
O kişi –önceki yanıtlarımda anlattığım gibi- bendim.
Bu günkü aklım olsa ne açıkta/soğukta yaşar, ne de aç kalırdım. Üniversite yolundan gitmediğime pişman olmasam da, o hatalı seçimler için tabi ki pişmanım. Hatam; ailemden üniversite yolundan gitmemek için kaçmak değil; "kendim" olduğum bir alanda çalışmak için ailemi ikna etmeye çalışmamaktı. Bu zorluk; aç ve soğukta yaşamaktan kolaydı. Demek istediğim şu: Makro yaşamında bir ölçüde (NE miktarınız kadar) zorluk hep var… Ancak bu zorluğu hangi alanda üstlenmek seçimi kişiye aittir.
Kimseye eğitim almayın, bilet satın, fahişe/amele olun demiyorum. Mesajım şu: Eğitim ve bilgi düşkünlüğü AZ KİŞİDE olan bir niteliktir. Kişi kendi ise bilet satarak da, kitap kurdu olarak da hayatını "idame ettirebilir". İş ki ona bu şans, "her ne ise o olma şansı" verilsin.
Ne yazık ki bu şans asla gümüş tabakta gelmez. Bizlerin vermek istediği mesaj "Ne olduğunuzu bulun"dan öte değildir. Kitap okumayı sevmek bir ayıp değildir; bizim iddiamız, bunun SONRADAN edinilen ve aslında hayatın "nabız atışı" ile karılmakla ilgili olmayan bir alışkanlık olduğudur.
" Yetenek ve zeka konusu hakkindaki düsüncelerini merak ediyorum."
Bu kavramların –tıpkı sanat gibi- DOĞRU yorumlanması, ataerkinin eline geçmekten korunması gerektiğini savunuyoruz. Zeka, adama oturduğu yerde idealar yumurtlatan, sonrada bu yumurtaları farklı yumurtacılara fırlatmaktan öte bir işe yaramayan bir nitelik değildir. Yetenek ise her farklı alanda var olabilir ve ait olduğu yerde bilenmelidir.
" misal bir arkadasimiz var, ilgilendigi alanda güzel yerlere gelebilmek için bilissel kapsitesinin yeterli olmadigini ve sanssiz dogdugunu düsünüyor."
İnsanları ne hale sokuyor bu Şeytan. Bazen eğer bilinçli bir varlık ise, hayranlık duymadan edemiyorum.
[Adını unuttum; gençlikte okuduğum bir romanda üç kız arkadaşı tek tek ele alıp delirten, sonunda intihar eden bir adam anlatılıyordu. Kızlardan birini tedavi eden psikiyatristin "Bu adamı tanımak isterdim, çok iyi bir psikolog olurdu" demekteydi. Benimki de o hesap.
]
Bu arkadaşınızın bilişsel (söylemesi bile zor) lafı hakkında tek bir kelam ederek kendimi yoramayacağım. Kendi basit kafamla aklımdakini –biraz da hadsizleşerek- söyleyeyim: Saçmalamasın. Her nereye "güzel yer" diyor bilemiyorum ama, keşke genelde "güzel yer" diye kakalanan yerdeki insanların beyin elektriğinin dalgaboyunu ölçecek bir alet olsa.
İnsanoğlu denen canlı türü basit, hayvandan sadece 1-2 level üstün bir yaşam formudur. Hemen kanıt: Beyin ödül devreleri -neydi laf ya?- ha, buldum, bilifişimsel yetenek doruktayken DEĞİL; seks yaparken, armağan alırken, güzel yemek yerken, bir dostla gün batımına bakıp iki cigara tellendirirken, maç sonuçlarını konuşurken, alış veriş ederken, internet alışveriş sitelerinde gezinirken, heykel boyarken (öyle değil mi Pers? <3) :vb. vb. aktive olmaktadır. İnsanlar eskiden rahatsızlığa ittirilmek için okülttü-mokülttü diye acayip yerlere güdülürdü. Şimdiki moda akıl… Bize göre bizlerin (belki de pek çok okurun kolay anlayamadığı) kuantum yorumlarımızla anlatmak için yırtındığımız her şeyi, her insan ama eğer RAHAT BIRAKILIRSA zaten bildiğini fark edecektir. Bu nedenle pek çok sözümü ataların özlü sözleri ile (örneğin "korktuğun başına gelir", ya da "İyi söyle, iyi olsun", hatta "Her şerde bir hayr vardır") zikrederim. Yani o cahil denen "bilişsiz" :DDD eskiler, zaten her şeyi çoktaaaannn bilmektedirler. (Dipnot: Bu özlü sözler BİZE, Türk atalara aittir, batılı değildir.)
" Fakat bu alanda iyi yerlere gelmeyi çok istiyor."
Ben de adını vermek istemediğim o dansçı gibi dans edebilmek istiyorum. :DD
Ne yazık ki ait olduğumuz alanı seçebilme şansımız olsa da, bu alanda tatmin ve eğlence bulabileceğimiz (buna başarı diyoruz) yere gelebilmek mümkün olsa da, yetenekler sınırlıdır. "İyi yer", sadece kişinin eldekini dokuyarak, bu süreçte eğlenerek, çekilen PE ile sahip olunan yerdir. KİŞİYE ÖZELDİR. Diğerlerinin yeri ile kıyas sonucu elde edilen "iyi yer", kişiye ciddi anlamda tatminsizlik (NE) verecek olabilir. Bu nedenle anaerkide rekabet yoktur. Herkes farklıdır, herkesin yeri de farklıdır. Herkes SADECE ait olduğu yerde en iyi yere gelince mutlu olabilir. Benden ona selam, ataerkil tuzaklara düşmekten sakınsın.
"Majikal çalismalar IQ'yu artirmaz gbisinden bir cevabin oldugunu animsiyorum, ama bazi esmalarin aritmetik ve fizik konularinda yararli oldugunu biliyorum."
Evet, beyin dahil hiçbir yeteneği esma ile elde edemezsiniz. Ama var olanı arttırmak kesinlikle mümkündür. Bu nedenle esmaların beyin çalışma hızını arttırdığı söylenebilir.
[Artık beni izleyenler dans ettiğimi biliyorlar. (Dileyen "yere düşüp tepinme kahkahası atmak", dileyen tek kaş havada "Koca adama yakıştı mı buğğğ?" tepkisi vererek alay edebilir; ;-) yaptığım şeyi saklayabilen biri değilim. Gizemli kimlik falan bana uygun şeyler değiler.) Rahatça konu ile ilgili majikal çalışmamdan söz edeyim:
Bedenimi eski esnekliğine getirebilmek için Musavvir esmasını kullanıyorum… inanılmaz yararı oldu. İsmi lazım değil ;-) bizim arkadaşlardan biri Musavvir'in sadece beden dışı (madde dışı) ortamda üretmek üzerinde etkin olabileceğini söyledi. Ben bir devrim yaptım ve bedenime uyguladım… sonuç tatmin edici oldu. Yani Musavvir'i beyin kıvrımlarınızı derinleştirmek, hatta yara izlerini geçirmek için bile –bence- kullanabilirsiniz. Yine bir tüyo: Çalışmaya Bari'yi katmayı unutmayın.
]
" Benim kendi düsüncem belli, fakat senin fikirlerine önem veriyorum."
Çok teşekkürler ederim değerli kardeşim. Çok mutlu ettiniz. :) Ne kadar farklı kaynaktan alternatif görüşlere ulaşırsanız, bilgi hazneniz o kadar zengin olur; ama son sözü daima –fazla da etki altında kalmadan- siz söyleyin. Kendinizi, kendiniz kadar kimse bilemez. :D
" Umarim sagligin sihattin yerindedir"
Şimdilik salgından yakayı kurtardık. Yarın ne olur bilemem. Pek çok kişiye göre kısıtlı imkanlarla, yine de hey-hey-de-hey-hey ve de bam-bum-da-bam-bum yaşamayı sürdürüyorum. Ancak hayatım asla bir Roma stili kanepeye yan yatıp üzüm yiyerek değil; her an, her saniye, her nano-saniye PE adına özverilerle, bunları elden geldiğince isteyerek yapmaya çabalayarak geçiyor.
Arada fire vermiyor muyuz? Vermez olur muyuz? Herkes kadar veriyoruz. Biz insanız… Yani hepimiz insanız. Ortak mayadan ve hamurdan canlılarız. Ama belki de bizim yegane farkımız, tehlikeyi sezecek seyleri öğrenmiş olmamızdır. İnanın başka da bir numaramız yok. Ancak bu fark, söz ettiğim bam-bumlu hayatı elde etmeye yetiyor.
Tanrı (adına ne derseniz deyin, bir "hadis-i kutsi"de hz. Muhammet tarafından şahane şekilde dile getirildiği gibi) "kendine bir adım atana koşarak gelir".
"En zoru o adımı atmaktır" derler. Doğrudur. Ama bundan önemlisi, o adımı hangi yöne atmak gerektiğini (Yaratıcının nerede olduğunu, gerçekte ne istediğini) bilmektir.
Bize göre Tanrı mutluluktur.1
Bu yüzden ona en kolay şekilde mutlu olmaya çalışılarak ulaşılabilir. Mutlu olmaya çabalamak en büyük tapınmadır. Beyin (ETC teorileri esas alınırsa) tanrı ile kontağı, senkronizasyonu, rezonansı en kolay şekilde beyinde –basitçe- "mutluluk" (bize göre rahatlık) adı verilen süreduruma İRADİ olarak geçebilirse kurar.
Dua etmeden (Tanrı ile sohbete başlamadan) önce beyin elektriğinizi elden geldiğince pozitive edin; ağlayarak, sızlanarak, kendine acıyarak edilen dua, Şeytan engeline takılacak olabilir.
Bu sözlerin gerisinde safça bir iyi niyet değil; "benzer benzeri çeker, benzeşme rezonans yaratır" şeklindeki ezoterik ve fizik bilgi vardır.
DİP NOTLAR
[1]
Haddimi aşmak istemem, ama bize göre pek çok dinde bu gerçeğe yer verilmemiştir. Müslümanlıkta dolaylı olarak verildiğini ekleyeyim.