YANIT
Editörün notu:
Soru, sorucunun ricası üzerine yayınlanmamaktadır.
Dostlar; bazılarınız yanıtlarımın uzunluğundan yakınıyor. Çok haklılar! Ancak ne yazık ki yapabileceğim şey yok: Hem söyleyeceğim çok şey var, hem de transa girmiş gibi yazıyorum. Bu yanıtımda, yanıtımın yarısında belki uyuya kalırsınız, ya da sıkılıp güzel bir parçanın klibine –çok haklı olarak- atlarsınız diye baştan belirtmek istedim. Metin sonuna doğru minik bir çalışma var. Oraya zıplamak için burayı tıklayıverin.
Önce bir anlaşalım: Mesajınızda en küçük bir negativite yok. Bizler (sanırım bizi izliyorsunuz, Jan demenizden belli :) ) yanıtlarımda defalarda bilimsel nedenlerini anlattığım ve "dert anlatma" olarak ifade edilebilecek eylemlere karşıyız. Ancak birine danışarak çözüm aramak (yani bilgi haznenizi ÇEŞİTLİ düşüncelerle zenginleştirmek ve sonuçta KİŞİSEL bir sentez yapabilmek) için soru sormakta bir sakınca yoktur. Buna karşın eğer soruda kendine acıma, bu hissi uzun uzadıya dile getirme ve genelde haklılığı vurgulayan yorumlar yapma gibi eğilimler varsa soruyu geri çeviriyoruz. Biliyoruz ki, eğer yanıt verirsek kendisi tarafından soruyu yazarak eksite ettiği alanı, soruya yanıt vererek biz de tetiklemiş olacağız.
Siz ise açıklıkla durumu izah etmişsiniz. Bir soru sorarken verilen detaylar önemlidir. Bu yüzden soruların uzun olmasını tercih ediyoruz. Ancak yineleyeyim: İçerikte –özellikle haklılık içeren- görüş bildirme, yorum veya kanı ekleme bulunmasını kabul etmiyoruz.
Yanıtıma geleyim.
İçinde olduğunuz durumun nedenlerini gayet iyi biliyorsunuz, bu iyi haber. Evet, haklısınız; yoğun bir NE atağı içindesiniz. Bu öyle bir enerjidir ki, kişiyi en zayıf noktasından vurur. Sizin en zayıf noktanız belli ki hayatınızdaki kişi hakkındaki beyin alanınız.
Kötü haber odur ki, bu NEyi siz, hiç de tahmin etmeyeceğiniz ve bulunması gerçekten güç olan bir tavrınız/kararınız/düşüncenizle celp etmişsinizdir. Söz konusu hata içeren durum, sevdiğiniz kişi ile olan ilişkiniz de olmayabilir. İnsanlar bu yüzden, yani yaşadıkları sorunların nedenselliğini (kaynağını) bilmedikleri için, kaderi, tanrıyı, hayatı suçlarlar ve adaletsizlikten yakınırlar. Gerçekten de kimi zaman sorun yaşadıkları ortamda (örneğin bir ilişkide) hataları da olmayabilir (hata bambaşka bir yaşam alanındadır). Bu nedenle yüzleştikleri problemleri sadece hayatın/tanrının adaletsizliğine bağlarlar. Böylece üretilen öfke, NEyi daha da celp eder.
Bu düşünceleri size iblâ edelim: Yaşamınızda bir yerlerde bir hatalı davranışınızı (ki, bu bir kişilik özelliği de olabilir) bulup onu mercek altına almak, onu halletmeye çalışmak, ilişkinizdeki sıkıntıyı (beyninizdeki ilişkinizle ilgili sıkıntıyı) giderecektir.
Ancak yukarıda söylediğim gibi, NE celp etme nedenini bulmak pek kolay değildir. İnsanlar en kolay başkalarını değil, kendilerini aldatırlar.
Bu noktada biraz konudan sapıp farklı şeyler söylememe, sonradan yine konuya dönmeme izin verin. Ve lütfen unutmayın, bizler psikoloji disiplinine hiç inanmayan, ayrıca bu konuda eğitim almamış kişileriz. Sözlerime dilerseniz sadece iki arkadaş sohbetinden fazla önem vermeyebilirsiniz.
(Sözlerimizin hedefi psikolog arkadaşlar değildir. Psikologlar hakkındaki görüşlerimiz için ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR >> Temel İnançlarımız başlığında yer alan
Psikologlar hakkında
linkine başvurabilirsiniz.)
Sizde meydana gelmiş olan beyin alanının nedeni aslında çok basit üç nedene dayalıdır; çünkü sorunların geneli bu üç unsura dayalıdır: Söz ettiğim üç unsur (neden) seks, yemek ve üretme konusunda gerekli tatmini yaşayamamaktır.
Bu üç basit neden ataerkil kültür tarafından görmezden gelinir, basit ihtiyaçların yokluğuna dayalı (varlık nedeni basit ihtiyaçların tatminsizliği olan) durumlar karmaşıklaştırılır. Dahası, bu karmaşıklaştırılmış durumlar hastalık olarak nitelenir, onlara bir de acayip (kural olarak batı dillerinden) adlar tıkılır… artık evrende yepyeni –hastalık da denilebilecek ve sadece "bu bir hastalıktır" sözlerine inanma yüzünden meydana gelmiş- bir dert vardır.
Bu mekanizmanın gerisinde basit durumların, basit çözümlerle aşılacağı gerçeğini yok etme planı bulunur. Milyarlarca iyi insan (iyi niyetli insan) el ele vererek fark etmeden bu planı aktive etmek adına her şeyi yaparlar. İşin traji-komik yanı, bu eylemlerini iyi niyetle, onlara "iyidir/doğrudur" diye ezberletildiği şekilde ve de acıdan kurtulmak adına yapmaktadırlar.
Anaerkiye göre insanlar basit canlı türleridirler.
[Akıl denen kavram (örneğin fazla düşünme, yorumlar yapma, irdeleme, nedensellikler arama, beyin fırtınası yaratma, tartışma vb) bu basitliği (yani özgün yapıyı) bozar. Özgün yapı bozulunca doğal konumdan kayılır ve Ana Alan ile kontak kopar. Kontak kopunca içine girilecek alan mutlak olarak NEdir.
]
Elde edilemeyen temel gereklilikler ise SADECE yemek yemek, seks yapmak ve bir şeyler üretmekten öte değildir.
1 - Pek çok kişi gerçek anlamı ile seks yapamamaktadır. Seks yapmak ataerkide öyle yanlış yerdedir ki, açık olacağım, bizler bile bazen bu konuya tedirginlikle yaklaşmaktan kendimizi alamayız. Seks, en azından bizim savunduğumuz seks, dünyada seks diye yapılan şeye pek de benzememektedir. Bu konuda yanıtlarım olduğu için bir daha değinmeyeceğim; ama çok küçük bir dokunuşta bulunayım: Bir seks ortamı sonrası kadın partner bedensel olarak (ruhsal olarak DEĞİL, bedensel olarak) "mutluluktan havaya uçmuyorsa", o seks ile KESİNLİKLE PE celp olmamıştır. (Önemle altını çizeyim: Sözlerim kesinlikle "Bu işi ben başarabiliyorum" düşüncesine dokundurma yapmamaktadır. Sıradan erkekten farkım yoktur.)
Seks ilişkileri sırasında kişilerin EM alanları birbirine genelde öylesine karılır ki, bedensel tatmin olmayan kadının alanındaki defekt, erkeğinkine de bulaşır. İşin ilginç yanı, erkek orgazm olmuş olsa bile (ki, genelde olur, erkeklerin büyük çoğunluğu orgazm olmak için seks yaparlar), onun bilincinde defekt yaratır.
Bilinçlerin (özellikle yukarıda söz ettiğim gibi erkeklerin) bu derece etkilenmelerinin gerisinde ezoterik teoriler, ya da spiritüel düşünceler DEĞİL, standart fizik vardır. Bu durumu açıklamak adına bilinç adlı gerçekten kısaca söz edeyim: Bilinç, ETC teorilerine göre uzayzamanda YER KAPLAYAN, yani fizik olan bir EM alandır. Ama hala da dört kuvvetten EM kuvvetin alanına benzer değildir (Lockwood, Mc Fadden, Pockett). Yani bilinçler, basbayağı fizik kurallar doğrultusunda (o gerçeklikte) etkileşime girerler.
2 - Pek çok kişi sağlığı yerinde olsa da istediğini yiyememektedir. Bunun gerisinde olumsuz gelir dağılımı kadar, "zayıf iyidir" inancını yaratan –bize göre KESİNLİKLE NE yönetiminde olan- modacılar bile olabilir.
3 - Pek çok kişi genelde istedikleri işte çalışamamakta, bir de bu işte gerekenden fazla çalışmakta; hem de istediğini üretememektedir. Yemek yapmaktan, araç tamir etmeye, yün örmekten, kitap yazmaya, fotoğraf çekmekten, pul biriktirmeye, web sitesi dizayn etmekten, giyim tarzı yaratmaya varan skalada yer alan eylemlerden İSTENENİ seçip, bu alanda üretmek beyin seksidir.
İşte neredeyse bütün sorunların asıl kaynağı yukarıda anlattığım konulardan ya birinde, ya ikisinde veya hepsindeki tatminsizliktir.
Yaşanan yoksunluk ilk adımda DAİMA can sıkıntısı ile kendini belli eder. Can sıkıntısı beynin yaşadığı hayatta tatmin olmadığının kanıtıdır. Tatmin var edilmezse artan can sıkıntısı NE celp etmeye başlar ve envoke olan NE kişiyi en zayıf alanından vurur. Vurur sözcüğünün anlamı, o konuda öfke ve/veya korku üretmektir.
Mekanizma bu kadar basittir.
Korku ve öfke varsa, NE atağı yaşanmaktadır. Korku ve öfkeyi BİR YOLLA yok eden, şeytanı geldiği yere yollar. :)
Oysa insanlar spesifik olarak sorun yaşanan (NEnin celp olduğu) alana/konuya odaklanırlar. Düşünerek :) teoriler yaratarak çözüm ararlar. Bu yaklaşımın tek anlamı NEyi tetiklemektir.
İşte nice öğrencimden daha negatif karakterli biri olsam da, yukarıdaki mekanizmayı çözdüğümüz, ona inandığımız, yaygın kültürün çözümlerine aldırmayıp, kendi bildiğimizi yaptığımız için, güzel hayatlara sahip olabilmişizdir. (Hala da her hatalı davranışımla NE çektiğimi söylemem gerek. :) )
Bilmem bu sözlerim size ne yapmanız gerektiği hakkında yol gösterdi mi? Göstermedi ise biraz daha açık olayım: Çözüm yolunuz olayı çözmeye çalışmak olmamalıdır. Çözmek adına OLAYI her düşündüğünüzde, olayı düşünmekte olduğunuz için (evet komik bir laf bu, ama başka türlü anlatamadım) olayın alanını aktive etmektesiniz. Yapmanız gereken sadece aklınızı başka bir konuya yöneltmek için canınızı dişinize takmaktır. :) Cesaret buradadır. Başarı buradan gelir. Seçtiğiniz konu tercihen size keyif veren bir ortamla ilgili olmalıdır. Ama –inanılması güç olsa da- sizde stres yaratacak bir konu ile bile (örneğin maç sonuçları için kanka ile tartışmaya başlamak ve ona sinir olmak) sorunlu alanı düşünmemek, yardımcı olacaktır.
Hayatın tüm alanlarını dikkatle ve sakince, ama sınırları yıkıp yok ederek, tabuları ezip geçerek, utanmadan, sıkılmadan, bir süre inceleyin: "Ben ne yapmak isterim? Bunlardan hangisine biraz olsun sevgim var?" diye kendinize sorun. Her şeyi düşünün. Her ortamı değerlendirin. Biraz cesaretinizi toplayıp çılgınca düşünün. Zorlayın kendinizi. Zorlamanın anlamını hissedin ve bunu uygulayın. Bulun bir şey ve EN AZ iki-üç gün sadece o konuya yoğunlaşın. Arzunuz çok sıra dışı ise biraz çekip çevirin, ya da nasıl olağana monte edeceğinizi düşünün. Planlar yapın. Gerekli ise para bulmaya odaklanın. Saptadığınız alana yönelmek için birikimleriniz kullanın. Elde etmeye çalışın. Ancak bu süreçte ne yaparsanız yapın, öfke ve korku adlı duygudan uzak tutun beyninizi. Hem KENDİNİZ için cesaretli, hem DİĞERLERİNE saygılı olun.
Böylece artık tetiklenmeyen negatif adım-adım ALAN DAĞILACAKTIR. (Beyin iki şeyi aynı anda düşünemez.)
Bütün mesele beyne hükmetmeyi öğrenmekle ilgilidir. Çözülecek başka HİÇ BİR SORUN YOKTUR. Beyninize kilit takmayı öğrendiğinizde sorununuz kalmayacaktır. Pozitif enerji eğitiminde "Beyin Kilidi" diye bir ders var. Tüm dürüstlüğümle söylüyorum, başaran kişilerden "Şimdi de önceki sorunlu alanı düşünemiyorum" diye bize takılanlar oldu. :)
Şimdi de biraz cümlelerinizle ilgili konuşalım. Lütfen izin verin, sizinle de bana yakın hanım öğrencilerimle konuştuğum gibi konuşayım. Onlar benim asla sahip olamadığım kız çocuklarım, ya da torunlarımdır. :)
[Ha, şu da var: Bizde aseksüellik yoktur. Hala da hepsinin nefis hatunlar olduğunun bilincindeyimdir. ;-) Bizim sistemde bu iki hissi bir arada hissetmek bölünen evreni bir konuda olsun BİRLEŞTİRMEKTİR. Bir erkek, bir kadını kızı olarak görürken, onun cinselliğinin de farkında olabilir. Bu bakış açısı, haddini bilmeyen, nerede durması, nasıl davranması gerektiğini anlayamamış bir terbiyesiz, bir densiz olmak demek değildir. Söz ettiğim birleştirme, hala da edep ve terbiye ile yaşanabilir. Oysa klasik anlamda en standart moral değerler yaşanırken kişiler diğerlerine saygısız ve hatta terbiyesiz olabilirler.
]
"Yine de düsünmeden edemiyorum."
Biliyorum bebeğim. Nasıl bilmem ki? Ben dahil hepimiz bu yollardan geçtik. Ama dikkat et: Geçtik. Geçip gidebildik. Üstün nitelikli adamlar değil, uyanık (bilime değer vermesi gerektiğini anlayan) ve bazı konularda (okültizmde) bilgili kişiler olduğumuz için bazı işe yarar bilgilere ulaştık. E, bunları şimdi de sana anlattık. İlk adımı çoktan attın. Yaptığın sadece basit bir alışkanlığı sürdürmek. Kafaya takıp her gece 3de uyanmaktan farkı yok. :) Şimdi artık biraz zorla kendini. Düşünmemeye değil, güzel şeyler düşünmeye zorla. :)
"Asil korkum ise, düsüncenin yaratici gücü."
Evet. Zurna zortlamaya başladı.
"Bunu sürekli düsündügüm için bir seyleri yaratmaktan korkuyorum."
Korkmakta haklısın. Evren böyle var ediliyor tatlım. Bu ezoterizm değil, kuantum fiziği.
"Kendimi söyle telkin ediyorum: Yalnizca kalbî arzuya dayali -kendi- düsüncelerimin yaratici gücü vardir, bunlar ise vesveseden ibaret."
Ne yazık ki haklısın diyemeyeceğim. Üzülerek söylemem gerekir ki vesvese dediğin şeyler NEdir ve tam da PE kadar dalga fonksiyonunu çöktürmeye muktedirdir. Onun gücü, beynindeki vesvesenin yoğunluğu ile koşuttur. Ve en önemli nokta: "Kendine telkin etmek" dediğin beyinsüredurumu, beyindeki olumsuz alanı eksite etmek anlamındadır. Bu yolla başarı elde etmen çok zordur.
Tatlım ben yaşam koçu değilim. Sadece soru gelirse, elimdekileri ortaya döküp ilerleyen biriyim. Bu yüzden amacım seni mutlu kılacak, cesaret verecek laflar etmek değil. Bizler gerçeğe inanan biraz katı adamlarız. Açık olayım: Seçtiğimiz kişilerle çok sıkı dostluk bağlarımız olsa da, aslında onların enerjileri ile ilgiliyizdir. Gerçeklere dokunmayan güzel lafların yapıcı değil, bilakis yalan oldukları eninde sonunda ortaya çıkınca yıkıcı olduklarına inanırız. Bu yüzden bir yandan tehlikenin büyüklüğünü, diğer yandan bu durumdan korkmak adlı eylemin tehlikesini anlatmayı isteriz. Bu yüzden sana demem gerek: Tehlike altındasın. Yapman gereken olabilecekleri görüp, toparlanmaktır.
Hep "öğrencilerimden çok şey öğreniyorum" derim. Yeri geldi, birinden daha söz edeyim: Kapalı bir öğrencim olan Min, bana bir gün "Bizde korku vardır" demişti… ve beni sinirden zil ifrit etmişti. :D Ona çok güvenirdim. Çok acılı bir dönemimde, tek başıma (bizim teorilerle bile) altından kalkamadığımda, beni rahatlığa sadece o kavuşturmuştu. Bu yüzden sözünü kulağımın ardına yerleştirdim ve zaman içinde haklılığını gördüm. O sözü etmese, göremeyecek olabilirdim. Bazen, bazı karakterlerde korku, kişiyi bazı tehlikelerden koruyan bir dost bile olabiliyor. Ne derler Müslümanlar? "Her şerde bir hayr vardır". Demek ki bir şer olan korkudan da korkmayacak, onda bile hayr olabileceğini anlayacak, ama dozunu iyi ayarlayacağız.
Sende biraz kork istersen, gidişatın pek şahane değil. Ve inan: Hayatta her şey çok basit ve kolay. Böyle olmama nedeni, böyle olmaması için şartlanmış olman. Bakış açını ve inançlarını değiştirmeye çabala, her şey şahane oluyor.
"Vesvesenin yaratici gücü yoktur. Çünkü bana ait degiller. Yalnizca dissal bir virüs gibiler."
Doğru ve yanlış... Salgınlarda saçma sapan işler yaparsak, önlemci olmazsak, bize ait olmayan virüsler bedenimize girerler. Yaratıcı güç sahibi tanrılar olmadıkları halde bizi hasta ederler. Bu durum bir var etmedir.
"Bu sekilde pozitif alanda kalmaya çalisiyorum."
Çok yanlış bebeğim. Yukarıda dediğim gibi, pozitif kalmaya çalışma dediğin şey (örneğin teoriler geliştirmek, akıl yürütmek, içsel konuşmalarla kendi ikna etmeye uğraşmak) konu ile ilgili alan hakkında olduğu için alanı canlı tutarsın. ALAN, SADECE O KONUDA BİR SÜRE HİÇ BİR ŞEY DÜŞÜNMEZSEN DAĞILIR.
"Senin önerdigin PE celp etme yollarini deniyorum."
Çok, çok sevindim. :) Öğrencilerim bilir, çok sevinince şunu derim: "Yip yippp" :DD İstersen sen de vocabulary'ne al, sevinince yipp yippp de. :) (Vocabulary sözcüğünü dilimizde tam karşılığı olmadığına inandığım için kullandım. Bu "dili bölmek" değil, zenginleştirmektir. Batılı düşman değildir, ama öz varlığımız önceldir.)
" Bâsit esmasindan da yardim almaya çalisiyorum. "
Çok çok çok iyi… Ama yine biraz ters laf edeyim. Esmaları kullanmak harikadır. Bülent'in (Bülent Kısa'nın) lafı ile "Esmalar ikisini bir arada kullanmaya gerek olmayacak kadar güçlüdürler". Ancak hala da onlardan tam olarak verim almak adına majisyen beynine sahip olmak gerek. Eğer her esma zikreden sulh-u salah'a kavuşsa, dünyada dert kalmazdı. Hep derim: Bizlerin bile başarı oranı ortalama %70'dir. Esmalar bacağın kırılınca çabuk iyileşmeni sağlarlar, koltuk değneği olup yürümene yardım ederler, ama ayağını atma erkini (yürüme isteğini) veremezler. Bizlere de vermezler. Bizler esmalardan çabuk iyileşmek ya da koltuk değneği olarak kullanmak adına %70 yardım alırız, sizler –bence- %30.
" Acaba önerecegin baska yollar olur mu?"
Anladığım kadarı ile pratik öneri de istiyorsun. O zaman buradan birkaç kez yazdığım ve pek çok öğrencime yardımı olan çalışmayı yine aktarayım. Çalışma aynı olsa da (yani bunu daha önce okumuş olsan da), onu farklı sözcüklerle anlatmam, çalışmaya farklı yaklaşıma neden olabilir.
Beynindeki NEli alan aktivasyonu çok üst sınırda olunca sırt üstü yat. Cennet'i düşün.
O var bebeğim. Kuran'da anlatılanlar gerçek. Hayır; bir yerde baş ağrıtmayan şarabın aktığı çeşme, yeşil rahat döşekler, şahane bir bahçe yok (belki de vardır); ama insan beyninde bu ortamların var ettiği olağanüstü (ve pek az hissedebildiğimiz) duyguları yaşatacak bir alan var.
Kuantum mekaniği elektronlardan yapılı olanların (yani dokunabildiğimiz şeylerin) gerçekliğin bir noktacığı olduğunu ortaya koydu. Asıl olay, her elektronun (ve de her bir temel parçacığın) kocaman bir alanın çökmüş hali olduğuydu! Biz çökmüşler (çökmüş deyince aklıma hep çökelek lafı geliyor :D) koca bir denize aitiz.
Ve en önemlisi, LÜTFEN DİKKAT EDİN: Kuantum mekaniği her parçacığın -ki, elektron da parçacık- HEM DALGA, HEM PARÇACIK OLDUĞUNU KANITLADI!
Elektronken (bedenliyken) Ana Alan ile beyin denen organla etkileşime geçmek zorunda olduğumuz için
Cennet'i bahçe, huri, gılman, ya da deniz (neden olmasın?) şeklinde (yani beyninde o güzel şeyleri yaşatacak manzaralarla) düşünmemiz gerekecek olabilir. Duyguları beynimiz ile algıladığımız/var ettiğimize, beynimiz de o duyguları bahçe, yeşil rahat döşek, güzel partnerler vb. ile (bu algılar ve kalıplara) var ettiğine göre bazı dünyasal görüntüler imajine etmen gerekebilir. Bu imajinasyonlar güçlü olursa -bize göre- dalga fonksiyonuna geçeceksin.
O zaman bu minik çalışmayı yaparken, yani Cennet'i canının istediği gibi (sana en güzel duyguları verecek şekilde) imajine ederken, dalga fonksiyonuna geçtiğine emin ol. Başarırsan gerçekten orası ile etkileşim içine gireceksin.
Önce her hücreni dağıt uzaya… Çık bedeninden. Sonra Cennet'e, cennetine ulaş. Orada ya dinlen, etrafa bak. Ya da dolaş her yanını. Artık evren (makro) dağıldı! Beynindeki alanın tetiklenmesi biraz olsun duruldu.
Beş-altı saat sonra yine dene.
Sonra gün içinde hoşuna giden her şeyi Cennet görüntüne not et. Önemli olan sana güzel duygular vermesidir. Ve çalışmana onları da kat. Böylece mümkün olduğu kadar olumsuz alanın aktivasyonunu azaltmaya uğraş. Çalışma süreni de uzat. Buna "Cennet'e Kısa Geziler" adını da verebilirsin.
Bebeğim; tüm mesajından yeterli PE sahibi olduğun anlaşılıyor. Ama ataerkil dolduruşa gelmiş, milyonlar gibi, basit ihtiyaçları kompleksleştirmişsin. Küçük bir omuz silkiş, bir gülümseme ile dolu "pırrrrrttttt" sesi çıkarış kadar kolayca atlatılabilecek bir durumcuk yaşıyorsun. Minik bir kesik, hazret tarafından kanırtıla-kanırtıla can sıkıcı bir hal almış. Atlatamama nedenin, beynindeki atlatamayacağına, durumun ciddiyetine inandırılmışlığından başka bir şey değil. Hayat çoook basit. :) İş ki inan.
Son olarak senin canını sıkacak şeyler söylemem gerek. İstersen buradan sonrasını okuma.
Beni okuyan arkadaşlar, uyarım size de, can sıkıcı şeyler duymak istemiyorsanız okumayın. Fazla bir şey kaybetmeyeceksiniz.
Bir kez daha uyarayım mı?
Peki. Uyarıyorum.
Canını sıkmak istemeyen aşağısını okumasın.
İnanın ki fazla merak edecek bir şey yok. Evren yapısı hakkında minik ve çok da bilinmesi gerekli olmayan bir detaydan söz edeceğim.
Zaten kesinliği da kanıtlanamadı. Kuantum mekaniğinde daha teori düzeyinde; yasa değil.
Başlıyorum.
Tekrar edeyim: Bu sözlerim KANITLANAMADI. İllaki okuyacaksınız fazla inanmayın.
Tatlım; senden başka şey yok. Erkek arkadaşın dahil… Hepsi zahiri görüntü...
Bazı bilim adamlarına göre bu durum ne yapacağımız ölçmek isteyen üstün bir bilgisayarcı bilinç tarafından var ediliyor.
(Bu konuda bilgi edinmek adına EVREN BİR İLLÜZYON MUDUR? - 4. Bölüm: EVREN (GERÇEKLİK) BİR BİLGİSAYAR SİMÜLASYONUDUR adlı makalemi; ya da KARA DELİKLER, ve EVREN BİR İLLÜZYON MUDUR? adlı dizi yazılarımı okuyabilirsiniz.)
Tuzağa düşme. Amaç; bir illüzyon yaratarak sana olumsuz enerji ürettirmek. Erkek arkadaşın da, o kıskandığın kız da gerçek değil. Bir sanal ortamda inceleme altındasın.
Bu KANITLANMAMIŞ teoriyi çöpe atalım.
İyi haber o ki, her ne olsan da, kendi evrenini en güzel şekilde kendin yaratabiliyorsun. Bu olabiliyor. Bu güzelliğin (bu benzersiz fırsatın) gerisinde ise bizim teoriler değil, bilim var. :)
(Bu konuda bilgi edinmek adına
İNANÇ ve BEYİN - 2. Bölüm: YARATILAN EVRENLER adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
" Sana zor bir animda yazmak istedim."
Nasıl sevindim anlatamam. Lütfen unutma (beni okuyan dostlar, sözlerim sizlere de): Yaramaz büyükbaban, ya da hocan veya arkadaşın, belki de hepsi birden (beni nereye koyarsan tam da oradayım) sen daha keyifli ol diye çabalıyor.
Hayır efendim, kanatsız melek değil; çok da oportünist bir uyanık olduğu için… çünkü biliyor ki, etkileşim içinde olduğu ne kadar kendine benzeyen (neşeli, keyifli, birazcık zıpır ;-) ) alan olursa, kendininki de o kadar güçlenecek. :D
Demek ki ne yapacağız? Önce kendimizi, sonra diğerlerini elimizden geldiği kadar EĞLENDİRMEYE çabalayacağız. Eğlendikçe ve eğlendirdikçe şahane hayatlara ulaşacağız.
Yahu artık görün: Kuralına göre oynarsanız şu hayat çok güzel bir yer. ;-)