YANIT
:)
Sıkıntı yaratan, kendinizi “şıpsevdi” olarak görmeniz mi (yani kimi gerçek dışı ataerkil kavramlara boyun eğerek kendinize boşuna cefa etmeniz mi); yoksa kendinizi şıpsevdi olarak nitelediğinizi durum yüzünden bazı kayıplar yaşamanız mı? Kusura bakmayın ama şıpsevdi olmak, bana göre sevememekten çok daha pozitif bir huydur ve de şıpsevdilik adlı kolay ve çok sayılı ilişki kurma eğilimi karalayan, insanları bir yastıkta kocatmaya yönlendiren ataerkil kültürdür. Bir yastıkta kocamak da, çok ve yüzeysel ilişkilerle ömür geçirmek de, bu tavırlar özgün seçimler ise, zararlı değillerdir. Kendi olan her şey mükemmeldir. Kötü olan, tek bir şeyi yüceltip herkese dayatmak, diğerlerini lanetlemektir. Çok genç olduğunuz için bence iyisi ve doğrusu da bir süre şıpsevdi olmaktır. Yaşadığınız durumun nedeni, beyninizin aşk ve hayat hakkında deneysel bilgi alma çabası olabilir.
Ancak şıpsevdilik olarak nitelediğiniz eğilim partnerlerinizden zamansız ve gereksiz vazgeçmenize neden ise bu da NE belirtisidir.
Aşk nasıl oluşur?
Herkese göre farklı oluşur. Ancak sorunuz “Şahane bir aşk ilişkisine nasıl sahip olabilirim?” sorusunun maske takmış hali ise yanıtım şu olacaktır: GERÇEK aşk, sadece hak edenlere gelir ve cennetten yollanır. (Bu söz bana değil, varlığıma aittir.:) )
İlişkiler içinde çok farklı duygular aşk olarak nitelenir, aşk sanılır. Aşk olmayan bir duyguya aşk adı takıp, sonra da sorunlar yaşanınca ataerkil kültür hemen aşk ve acıyı birleştirir, beyinlerde bir dolu hatalı kavram yaratır. Oysa aşk DAİMA eğlence ve mutluluktur. Bu -birçok kişinin pek de inanmayacağı- gerçeğin kanıtı TÜM ezoterik doktrinlerde aşk planeti Venüs’ün KURAL OLARAK mutluluğu da yönetmesidir. (Venüs, neredeyse TÜM İlk Çağ mitolojlerinde evrenin yaratıcısı olan ama yönetimi -evrenin yapısını yeniden biçimlendirecek olan- bir alt tanrıya kaptıran Ana Tanrıça’yı sembolize eder.)
İlişkide partnere yönelik hissedilen duygunun gerçek (cennetten yollanan) aşk olup olmadığını anlama yolları vardır. (Aslında bu yollar, hissedilenlerin gerçek aşk olmadığını anlama yollarıdır; çünkü gerçek aşk, keyif içinde, sorgulanmaya gerek duyulmayacak şekilde yaşanır.)
Şimdi kısaca bunlara göz atalım…
Gerçek, cennetten yollanan (yani öncel evrenin temel frekanslarından olan) aşk, öncelikle kesin bir sadakat hissi yaratır. Kişi istese de başkalarından uyarılamaz. BU durum elektronlarda bile böyledir. Eşleşen elektronlar çekiciliklerini yitiriveriler, yani başka elektronları çekme çabaları sıfırlanır.
Kişi sevgilisine yönelik hiçbir konuda kuşku duymaz. “Kuşku duymuyorum”, ya da “acaba kuşku duyuyor muyum?” benzeri düşünceler de sıfırlanmıştır. Beyinde FARK EDİLMEDEN yaşanan bir kuşkusuzluk ortamı vardır.
Gerçek aşk ile sevilene çok büyük miktarda bir yardım etme arzusu doğar. Bu durum sevdiğine destek olma, sürekli bir şeyler verme ve bunlardan zevk alma şeklinde tezahür eder.
Yapılan hataları affetme, ya da kimlikteki hatalı yanları hoş görme eğilimi gelişir. Bu yüzden sevilen en güzeldir, en çekicidir. Yine bu yüzden gerçek aşk ilişkilerinde ne suçlama, ne de değiştirmeye çalışma arzusu görülür. Sevilene OLDUĞU HALİ İLE uyum sağlama (kişisel değişme) yeteneği var olur.
Dikkat edilirse bu niteliklerin hepsi de erdemdir!
Yani;
ya aşk erdem yaratır…
ya sadece erdemli insanlar aşık olabilir…
Anlattığım nedenler yüzünden "Gerçek aşk, PE taşıyan beyinlerin öncel evren ile senkronizasyonudur" demek mümkündür.
Ancak gerçek aşkın yarattığı (yani beyninde gerçekten PE bulunan kişinin aşkında var olan) en önemli şey yukarıda saydıklarım değildir!
Andığım nitelikler, giderek aşırılığa dönüşebilecek duygu sellerinde de yer yer izlenebilir. Gerçek aşk ise tüm vericiliğine rağmen uyum arar. Öncel evrenin ana niteliği olan uyum, ASLA tek taraflı var edilemez; çünkü kavramın (yapının) temelinde denge unsuru vardır. Yani gerçek aşk sahibi kişiler hem dolu-dolu verirler, ama hem de almayı bilirler/beklerler! Fark etmeden yaptıkları şey ise aslında dengeyi kurma çabasıdır. Öncel evrenin etkisi altındaki (en derinlerdeki kuantum seviyelerinden öte, platonik niteliklerle bezeli olan ana alan ile senkronize olacak "CEMI alanı dalga boyu"ndaki) her ruh, doğal olarak onun gerçeklerine göre davranır.
Kolayca anlaşılamayacak, kelimelerle anlatılamayacak, sadece yaşayarak görülebilecek bir durumdur bu!
Yine de belki bu yapıyı şöyle anlatmam mümkün olur: Gerçek aşk (öncel evren ile senkronizasyon), kişiye nereye dek vereceğini içgüdüsel olarak hissettirir. Verme (erdem) olayında BİLE aşırılık yer almaz. Geri dönüşlerin var olmayacağı, ilişkinin “karşılıklı veriş” içermediği anlaşılınca aşk birden söner… yok olur! Sıfırlanır! Artık geride kalan yegane arzu önceden sevilen kişiden uzaklaşma isteğidir. Bu yüzden gerçek aşk en kolaylıkla ilişkinin -bir yerden sonra- kişiye acı verip vermemesi ile ölçülebilir. Sevilen kişinin denge kurucu nitelikler içermediği anlaşıldığı halde ondan ayrılamama ve acı çekme durumu varsa, kişinin gerçek aşka sahip olduğunu iddia etmek yanlıştır.
Siz sormadan, merak ettiğinizi varsaydığım bir soruyu kendim sorup, yanıt vereyim: Gerçek aşk içermeyen ilişkilerdeki duygular, gerçek aşka dönüştürülebilir mi? Yani gerçek aşk yaratılabilir mi?
Evet, bir ölçüde de olsa dönüştürülebilir! (En azından bu iş denenebilir.)
Peki nasıl dönüştürülebilir?
Yanıt basit değil mi: Cennetten (öncel evrenden) enerji çekerek!
Cennetten enerji nasıl çekilir?
Yanıt yine basit: Cennette ulaşma yolları olan erdemleri sergileyerek... Uyumun tesis edilemeyeceği anlaşılınca, uzaklaşma erkine sahip olmaya çabalayarak...
Olay; bir feedback mekanizması yaratmak ile elde edilir. Şöyle anlatayım: Gerçek aşk varsa, erdem oluştuğuna göre; erdemli davranarak gerçek aşk celp edilebilir. Bu hipotetik teori yabana atılmamalıdır; çünkü romantik idealler değil, fizik bilimi gerçekleri içermektedir.
Bu çözümün birçok kişiye zor geldiğini bilemeyecek biri değilim. ;-) O zaman işi kolaylaştıralım:
Gerçek aşkı var edecek vibrasyonlar celp etmenin -her şartta işleyen, ama genelde beğenilip üstlenilmeyen- formülü “Aşık olunduğu düşünülen kişi ile beraberliğin çok eğlenceli ve rahatlatıcı olmasına çabalamak”tır.
Formül, hem kişinin kendini, hem de partneri içerir. Yani bir kişi aşık olduğunu düşündüğü kişi ile daha kalıcı, daha pozitif, öncel evrenle daha senkronize bir beyin elektriği ortamına girmek isterse her buluşmada ya eğlence, buna imkan olmadı ise, karşılıklı rahatlık ortamı yaratmalıdır.
Eğlence ortamı yaratmak bazı kişiler için çok kolay olmayabilir. Eğlence ortamı yaratmaya çabalamanın basit formülü mümkün olduğu kadar çok gülmek, partnerin sözlerinin eğlenceli olduğuna kendini inandırmak ve yapılan espriler varsa bunların çok komik olduğunu düşünüp -en azından- kikirdemektir. Gülmek, zorlama olsa bile, büyük bir PE celp edicidir.
Söz ettiğim kolay formül gerçekleştirildiğinde celp olan PE ilişkiye hakim olacak, her şeyi yerli yerine oturtacak, gösterilen çabayı verilen emeği ödüllendirecektir. Yani çekilen enerji, partneri etkileyememiş olsa bile (partner, davranışlarla envoke edilen vibrasyonlarla senkronize olacak yapıda değilse), söz konusu vibrasyonlar, çok daha kaliteli bir ilişkinin yaşanacağı bir partner ile yolları kesiştirecek, kişiyi daha uygun biri ile eşleştirecektir. Bunun mantıksal nedeni, çekilen vibrasyonların özünde eşleştirici yapının bulunmasıdır.
Sevgili öğrencim, bana “dert babası” demişsin. :) Oysa ne “baba” konumunda bulunmak gibi bir arzum var; ne de dertlere derman olmak adına yola çıkmış bir üst otoriteyim. Evrimde birçok öğrencimden daha gerideyim. Sadece çok şey bildiğine (ayrıca biliyorum diye söylediklerinin gerçek/doğru olduğuna) inanan ve bunları paylaşmadan duramayan biriyim. Bildiğim ve yetkin olduğum konular, burada söyleyip durduklarımdan öte değil…
Benim için öğretmek, tepkisel gelişen, karşı koyamadığım bir şey; ama sadece bir sitedeki konularla sınırlı… Yani -diyelim- eskiden uzun yıllar uğraştığım bir spor hakkındaki sorularda kesinlikle aynı itilimi duyamamaktayım.
Hayır; belli bir görev (örneğin bazı gerçekleri insanlara gösterme) için seçildiğime filan inanmıyorum. Bence bu -belli konudaki bildiklerimi paylaşma- eylemimin gerisinde hem genetik olarak ailemden aldığım kromozomlar (dedem, annem, teyzem, anneannem, hatta üvey annem eğitimci), hem de geçmişte yaptığım hatalar nedeni ile içimden silemediğim bir dehşet var. Bu dehşeti anımsatan, bu tehlikenin diğerlerine gelmekte olduğunu çağrıştıran durumlarda -bir araştırmacı olarak elde ettiğim bilgileri- dile getirmeden duramıyorum. Bu davranışımı şöyle örnekleyeyim: Hani, bazen aracınızla çukurlarla dolu tehlikeli bir yola girer, mecburen geri döner, dönüşte ileriye gitmekte olan bir araç gördüğünüzde camı açar, sürücü sormamış olsa bile, biraz el-kol hareketi, biraz bağırarak “İlerdeki yol kapalı” diye uyarırsınız ya… Benimki de o hesap.
Eğer belli bazı konularda çok şey bildiğime inanmasam, eğer öğrendiklerim bana yaramış olmasa ve eğer geçmişte hayatımın on beş yılını yok etmeme neden olan o acıları çekmemiş olsam; ne o araçta olacaktım, ne de yolun kapalı olduğunu bilecek…
Beni güzel gönlüne koyduğun yer için çok teşekkürler sevgili, gerçekten sevgili kardeşim. Ama oraya ne layığım, ne de orada olmak istiyorum.
Beni gözünüzde büyütmeyin. Bana yakınlık duyan istisnasız herkesin bilgiç arkadaşı olmaktan başka arzum da, değerim de yok.