YANIT
Merhaba sevgili öğrencim/arkadaşım. :)
Önceden yanıtladığım (yayınlandı mı bilemiyorum) "Anaerkil ezoterizm dediğiniz şey bana çekici geldi, sizden başka hangi kaynaktan öğrenebilirim" sorusuna, "Bildiğim kadarı ile tekiz" şeklinde, kendimizi ön planda tutan (kafa yapımıza uymayan) şekilde yanıt vermek zorunda kaldım. Ancak korkarım ki sorunun cevabı bu idi. Biz sosyal tipler değiliz; belki burnumuzun ucunda anaerkil kültür ve ezoterizmi bizden misli ile iyi anlatan arkadaşlar vardır. Fakat ne yazık ki böyle bir kaynak varsa, bizim haberimiz yok.
Editörün notu:
Söz konusu yanıt Anaerki nedir? (722'nin doğuş öyküsü) başlığında yayındadır.
Yani demek istediğim o ki, gerçek anaerki ve özellikle anaerkil ezoterizm, Kova Burcu Çağı devrimlerine rağmen sanılanın aksine fazla bilinmeyen bir konu. Bizim –genelde diğer alem diyebileceğimiz- kontaklarımızdan aldığımız bilgiler (bu kontaklar kendi beynimiz de olabilir, bilemem, biz öyle olmadığına inanıyoruz) genelde ne New Age ortamında, ne modern paganizmde, ne de modern witchcraft'ta izlenebilirler. Bize öğretilen anaerkiyi anlamak için çok basit bir yol da vardır: Ezoterik Venüs niteliklerini izleyin… bir yerlere varabilirsiniz.
[Anaerkide her karakter onurlandırılsa da, idealzie edilen model kadında Terazi ve Başak burçları, erkekte Boğa burcu ile ifade edilen karakterdir.1
Başak ve Boğa önemli burçlardır. Astrolojide Başak ve Boğa'nın kendine özel yönetici planeti olmadığı, kendilerine pek de uymayan planetlerce yönettirildikleri(!) unutulmamalıdır. Bir gün bu iki burcun yönetici planetleri keşfedildiğinde, anaerkil düzen yeniden kurulacaktır.
]
Anaerki (en azından bizim –hepimiz erkek olsak da- savunduğumuz anaerki) fazla bilinmese de; geçmiş çağlarda, tam da bizim savunduğumuz şekli ile yaşanmıştır. Yani çağdaş anaerki –bizce- fazla bilinmese de, bu bilinmeyen sistem sosyolojik, hatta sosyo-politik olarak yaşanmış; anaerkil yöneticiler görülmüştür. Tarih bilgim kısıtlı olduğu için soruna önce bildiğim kadarı ile tarihsel yanıt vereceğim; ardından biraz laflarız. :)
Anaerkinin yansımalarını biraz tanıtmak adına biri mitolojik, biri reel iki kraldan ve iki reel uygarlıktan söz edeyim.
Girit kralı Minos ve Girit Minoen uygarlığı gerçek anlamı ile anaerkildir.
Anadolu Tanrıları, Halikarnas Balıkçısı, s. 67
Girit’te evlenme törenini gösteren bir resimde kadın ve erkek aynı boydadır.
Minoan Snake Goddess, Christopher L. C. E. Witcombe - 5. The Snake Goddess in Minoan Culture
Erkek orijinli toplumlarda yer alan işaretlerin bulunmadığı İÖ 2. milenyum doğu Akdeniz uygarlığında duvarlı kaleler, tahkimat, tanrılara tapınaklar, hiyerarşi temelli sosyolojik oluşum, kral ve rahipler, ülkeyi öven yazılar içeren kitabeler yoktu.
O heykelcikler (yılan tanrıça heykelcikleri) Minoan uygarlığının hayran olunan karakteristiklerinin birer bedenlenmesi; şık kostümleri; hassas ama açık sözlü kişilikleri; elit zevkleri; lüks sevgileri; kibar davranışları; yüksek zekaları; sevimli ve candan safiyetleri; ve güzellik, doğa ve barış aşklarının yorumudur.
Son paragraftaki nitelikler, anaerki olarak anlatmaya çalıştığımız kültürdeki kişileri inanılmaz başarı ile tanımlamaktadır.
Minos, Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus ile Europa'nın oğludur. Zeus, eşlerinden olan Europa'yı bir boğa kılığına girerek kaçırır.
Europa, Fenike prensesidir; doğu kültüründendir. Tarihe uygarlıkları ile geçen Fenikeliler Aryan değil, Samidirler. Anaerkide kutsanan konuda uzmandırlar; yani tacirdirler.
Mitin verdiği mesaj, uygarlığın batıya "Bereketli Hilal"den (Felix Arabia'dan) geldiğidir.2
Zeus, Yahveh'in maskeli haldir. Zeus'un kılığına girdiği Boğa ise Baba Tanrı'nın kutsal hayvanı ve sembolüdür. Geri kalmış batıya getirilen Baba Tanrı enerjisi (uygarlık), Minos gibi bir kral ve Minoen gibi muhteşem bir uygarlık kurmuştur.3
Yunanlı mitograflar onun için olumsuz hikayeler anlatırlar. Karısı başka bir erkeği sever, bir hilkat garibesi doğurur, bu yaratık Labirente kapatılır. Oysa Labirent, Azra Erhat ve Halikarnas Balıkçısına göre kültür ataları diye sunulan ve tek odada (megaron) yaşayan Yunanlıların, Minoen uygarlığındaki muhteşem çok odalı saraylarından etkilenmeleri ile uydurulmuştur.
Minos benzersiz adaleti ile tanınır. Ölüm ötesine geçince, ruhların yargıcı olur.
İki anımsatma yapayım:
- Minos, kelime anlamı olarak "mutluluk" demektir. Mutluluk planeti Venüs ve anaerki ilişkisi burada da belli edilmiştir.
- Minoen uygarlıkta çok yaygın boğa tapımı vardır. Boğa burcu (karakteri) anaerkide kutsaldır; kendi planeti olmadığı için Terazi yöneticisi Venüs tarafından yönetilir.
Söz etmek istediğim ikinci krallık, Anaerkinin –bize göre- en bariz (reel) görünümlerinden biri şeklinde, tarihe benzersiz zenginlik ve uygarlık düzeyleri ile geçmiş olan Lidya İmparatorluğudur. Bu kültürde soy kadını izler. Yani kral ölünce krallık oğluna geçmez, kızına da geçmez; kraliçe canı kimi çeker de evlenirse, kral o olur. Kraliçenin canı bir tourbadour'u da çekebilir. O zaman o gezgin saz şairi kraldır. Bu konuda örnek Gyges'dir.
Lidya'nın anaerkilliği, Yunanlı yazarlarca lanetlenir. Mitlerde mitolojik Lidya kraliçesi Omphale'ye Herkül (Heracles) aşık olur. Birkaç yıl onunla Lidya'da yaşar. Çocukları olur. Yunanlı mitograflar bu süreç için "Herkül kadına kölelik etti, kraliçe ona gergef işletti, kadın kılığına soktu" diye mitler yazarlar. Ressamlar Herakles'i kadın elbisesi ile betimlerler. Oysa Heracles Lidya'da yaşarken sadece "kahramanlık" adı altında servis edilen savaştan uzak durmuştur.
Heredot, Tarih adlı kitabında Lidya'lı kadınların büyük bir özgürlüğe sahip olduklarını ve kocalarının bile onları ancak kendileri istediği sürece yanlarında tutabildiklerini yazmıştır. Çıplaklık ve erotik duyguları uyaracak biçimde giyinmek ayıplanmaz, bilakis özendirilir. “Lidya’lı kadınlar kendi kocalarını kendileri seçer ve evlenmeden önce kendilerini istedikleri gibi teşhir ederlerdi” (araştırmacı yazar Robert Briffault).
Ticaret çok gelişmiştir Lidya'da; ilk kez İÖ. 700’de elektron’dan (ak altın; altın-gümüş karışımı) sikke basımı buluşu Lidya'lılarındır.
Lidya'nın en ünlü (ve son) kralı İÖ 560-546 yılları arasında hüküm süren Krezüs'tür. Masalsı karakter Karun'un Krezüs olduğu düşünülmektedir.
Lidyalıların askeri güçleri de benzersizdir. Her yeri yıkıntıya çeviren ve kimsenin başa çıkamadığı Kimmer istilasını durdurup onları Anadolu'dan atan millettirler.
Lidyalılar erkek-egemen Yunanlılardan (yani Hint-Avrupalı) değildirler. Kazılardan anlaşıldığına göre İÖ. 14 ve 13.yy.da bile Miken kültüründe yaşamışlardır. Günümüzde ne yazık ki hala çözülememiş olan apayrı bir dilleri vardır.
Lidya imparatorluğu Anadolu'muzdadır; Lidya başkenti Manisa'dadır. Bu yüzden Lidyalıların atalarımızdan olduğu düşünülebilir. :) Üstelik Ana Tanrıça tapımının zirvede olduğu Manisa, Ana Tanrıça Kibele'nin kutsal merkezidir. Bu durum Lidya kraliçesi Omphale'nin adı ile de belli olur. Omphale adı, omphalos sözcüğünden gelir ve omphalos "göbek" demektir. Göbek, ceninin annesi tarafından beslendiği deliktir. Manisa, Ana Tanrıça tarafından beslenmiştir. (Mesir Macunu neden Manisa'dan çıktı dersiniz? :D )
Minos hakkındaki olumsuz yazılar gibi, Krezüs de Yunanlılarca karalanır. Solon'un Lidya'ya gittiği, Krezüs'ün onu zenginliği ile etkilemeye çalıştığı, Solon'un ona "para önemli değildir" felsefeleri yapınca yanından kovduğu anlatılır. Sonunda Krezüs, Perslerle yaptığı savaşta yenilir, imparator Kiros'a esir düşer. Kütükler üzerinde yakılırken Solon'un "dünyasal olan kötüdür" merkezli felsefelerini anımsar ve "Solon… Solon…" diye haykırır. Kiros bu durumun nedenini merak eder, Krezüs'ü yanına getirtip sebebini sorar. Hikayeyi duyunca aynı durumun kendi başına geleceğini düşünür ve Krezüs'ü affedip, danışman atar.
Oysa… Benim söyleyeceklerimi benden çok daha iyi söyleyecek bir ustadan dinleyelim:
Arşipel, Halikarnas Balıkçısı
Oysa anlatılan söylencenin doğru olması olasılığı hiç yoktur. Özellikle Solon İÖ 640 yılında doğuyor ve İÖ 558 yılında ölüyor. Krezüs 560’da doğuyor, 546’da 26 yaşında ölüyor. Yani Solon öldüğünde Krezüs 8 yaşında demektir.
Solon, etik devrimler adı altında "insanları eşitleştirmek" gibi parıltılı ve etkileyici düşünceleri savunsa da, aslında anaerkide kutsanan zenginlik ve lüks gibi kavramlara pek de yakın değildir. Hikayede seçilen kimlik olma nedeni zaten budur. Ardıllarından –yine batıda çok beğenilen- Platon, pazar yerini tekme-tokat dağıtan İsa'nın ilk halidir; komünizm benzeri bir sistem yaratmıştır.
Yahveh'in ilksel görünümlerinden Zeus ise hem Lidyalılara, hem de Ana tanrıçanın eşi olan Attis'e düşmandır.
Pausanias 7.19.9-12
Attis Lidya’ya göç etmiş ve Lidya’da Ana’nın (Kibele’nin anlamında) orjilerini kutlamıştır. Tanrıça tarafından öyle bir onura yükseltilmiştir ki, Zeus bundan gazaba gelmiş ve Lidyalıların köylerini yok etmesi için bir yabani domuz yollamıştır. Bu Lidyalılar ve Attis domuz tarafından öldürülmüşlerdir. Bu nedenle Pessinus’ta oturanlar domuzdan uzak dururlar.
Müslümanlıktaki domuz antipatisi anımsanmalıdır.
Lidya'yı Yahveh de lanetlemiştir.
Tevrat, Hezekiel 30
1 RAB bana şöyle seslendi:
2 “İnsanoğlu, peygamberlik et ve de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: “‘Ah o gün diye haykır.
3 Çünkü o gün yakın. RAB'bin günü yakın, Bulutların günü, Ulusların yıkım zamanı.
4 Bir kılıç Mısır'a karşı çıkacak. Kûş'u acılar saracak. Mısır'da vurulanlar yere serilince Ülkenin serveti alınıp götürülecek, Temelleri yok edilecek.
5 Mısır'la birlikte Kûş, Pût, Lud, Arabistan, Kuv ve antlaşma yaptığım halkım Kılıçtan geçirilecek.
Lud, Lidyalılardır. (Josephus, Jüdische Altertümer, 1. Kitap, 6. bölüm, 4 "İÖ 7. yüzyıla ait Asur yazıtlarında Lidyalılara Luddu denir.)
Artık asıl konumuza, yani soruna gelelim: Bu iki kral benzersiz düzeni (ki, buna "herkesin halinden hoşnut olduğu düzen" diyebiliriz belki) nasıl kurmuşlardır?
Seni koccaman bir düş kırıklığına uğratacak yanıtımı vereyim: Bilmiyorum. :)
Bu iki uygarlıktan söz etme nedenim, anaerkinin yaşanmış ve anlatmaya çalıştığımız kadar güzel sonuçlar yaratmış bir düzen olmasıdır. Ama uygulama metodu ne yazık ki sırdır. Ataerki, bu konuda sufle dahi vermemiş, bilakis, her şeyi kötülemiştir. Oysa sonuç ortadadır.
Lidya ve Minoen uygarlıklarda bu güzel düzenin gerçekten nasıl kurulduğu "Yöneticiler adildi" benzeri içeriği belirsiz sözlerle anlatılsa da –bence- bu işin gerisinde sadece bu adamların (yöneticilerin ve onların içinden çıktığı haklın) beyinlerinin pozitif EM dalgaları (tayfın kırmızı tarafındaki) üreten beyinler olmaları vardır.
Evren (gerçeklik) ölçümle oluşmaktadır. (Nothing is real until its observed.)
Human mind and Quantum Physics - Philip Ball
Basitçe bir parçacığın yolunu gözlemleyerek – bu gözlem parçacığın hareketini bozmasa bile – sonucu değiştirmekteyiz.
(Simply by observing a particle's path – even if that observation should not disturb the particle's motion – we change the outcome.)
"Herkes hak ettiğini yaşar" sözü, despot bir peygamberin ya da felsefeci bir ahlakçının gürül gürül okuduğu bir monologdan alıntı değildir. Temeli kuantum mekaniğine dayanır. :)
Eğer yönetilmeniz gereken bir sistemde yaşıyorsanız,
eğer yaşadığınız hayatta "yönetilmek" adlı bir olgu varsa,
hatta "eğer lider olursam nasıl yönetmem gerek?" diye bir soru sorabiliyorsanız,
kendi beyin elektriğinizi dalgaboyuna göre BÖYLE bir sistem var etmişsiniz, ya da bu sistemde bedenlenmişsiniz (çökmüşsünüz) demektir. :)
Şimdi de işe biraz teorik dokunalım.
Makro, ana alandan bölünerek (koparak) meydana gelen gerçeklik oluğu için içinde negativite vardır. Basit bir mantık ile, negativitenin yok edilmesi için birleştirmek gerekir. Söz konusu birleştirmek, diğerlerinin alanları ile öz alanı birleştirmekten başka anlamda değildir. İşin kötüsü, beyinlerde NE varsa, birleştirmek, hiç bir kanunla yasa ile var edilemez. İnsanların kendi alanlarını, diğerlerinki kadar koruma altına almanın gerekliliğine inanmaları gereklidir. Toplumun geneli buna çabaladığında artık Solonların, Plantonların alelacayip laflarına gerek kalmaz.
Bir diğer alan ile birleşmenin en sağlam yolu ise, ona kendi alanından pay vermektir!
İşte bu iş yapılamadığı için daha binyıllarca Solondu, Aristoydu, Platondu gibi adamlar konuşup duracaklar (işin içinde bendenizin dırıldamaları da vardır :D ); eşitlik, adalet, namus, iyimuz kandırmacası ile insanlar birbirlerine kırdırılacaklardır.
"Bütün büyük savaşlar dinler yüzünden çıkmıştır" diyenler aslında yanılırlar. Bütün büyük savaşlar adalet ve eşitlik gibi –makroda asla ve seyasla elde edilemeyecek- kavramlar adına çıkmışlardır. Süreçte telefat had safhada olsa da, sonunda suyuna tirit bazı başarılar elde edilmiş olabilir; ama dünyada hala eskisi kadar MUTSUZLUK, acı, keder ve savaş bulunmaktadır.
Adalet ve eşitlik gibi kavramlar, olimpiyat yarışmasını kazanılıp rafa konulacak kupalar gibi şeyler değillerdir. Bunların temel aranma nedeni mutluluk tesisidir. Eğer mutluluk tesis edilememişse, hatta bir de girişilen eylemler insanları birbirine düşürmüşse, bu güne dek adalet, eşitlik benzeri konularda söylenen her söz tıngırdayan teneke sesinden daha değerli değil demektir.
Mutluluk; "yüce" diye kakalanan kavramlar adına çarpışarak değil, SÜKUN VE RAHATLIK İÇİNDE bir yürekle PAY VEREREK elde edilir. Denklemin nedenselliği ise basittir: Çarpışmada NE, paylaşmada PE celp olur; çünkü paylaşma ile yekpareleşerek Cennet'e YENİDEN yakınlaşılır. En kutsal kavramlar adına olsa bile, çarpışarak birlik bölünür; dahası, çarpışmada acı çeken herkesin acısı bir diğerinin hayatına sızar, NE genliği artar. Görüntüde yüce kavramlar adına savaşlar verenlerin asıl amacı, içlerindeki çaresizlikten doğan öfkeyi –biraz acılara çözüm arayarak, biraz bu arayışta öfkelerini dışa vurarak- bastırmaya çabalamaktır. (Bu sürecin garip bir zevk verdiği ve alışkanlık yaratabileceği işin tehlikeli yanıdır.)
Peki pay nasıl verilir?
Pay vermek, nezaket ile olabilir. Diğerince sergilenen bir işi takdir ve ödüllendirme ile olabilir. Sahip olunan değerli şeylerin –her ne ise- bir kısmını karşılıksız vermek olabilir. (Bu konuda Müslümanlık benzersizdir.) İyilik, (sulh- salâh) başka türlü asla tesis edilemez. Politikacılar rakip partinin yaptığı TEK bir şeyi nazarlık olsun tek bir defa onurlandırmadıkça insan mutluluğu adına bir şey başaramayacaklardır.
[Köpekler arasında bu düzen kendinden vardır. Sahipsiz köpeklerden oluşan bir grubumuz var. Bu grubu hayvanseverliğimle ben yapmadım. Hepsi bebeğin arkadaşları… :D Ben, ideal baba olmak çabası ile biraz dişimi sıkıp bu duruma dayanıyorum. Aynı gruptaki köpeklerin (köpekler ve kurtlar gruplaşma ve eşleşme eğilimindedirler, kediler gibi yalnız takılmazlar) buldukları yemekleri sıra ile yemelerini ve ortada tek bir kap su olunca suyu sıra ile içmelerini izlemek gerçekten etkileyicidir.
Büyük Görün
]
Eğer insanların genelinde söz konusu alışkanlıklar varsa; kültür ve düzen bu gibi nosyonlar üzerine kurulu ise (politikacılar bu düzendeki bilinçler arasından çıkmışsa), ya "yönetmek" adlı durumdan belki de fazla söz etmeye gerek kalmayacaktır; ya da yönetenler ne yapmalarını gerektiğini bileceklerdir.
Toparlayayım: Toplumda PE varsa, ister yönetim demokrasi olsun, ister Lidya'daki gibi krallık, insanlar rahatlık içinde yaşarlar. Beyinlerdeki NE (öfke) ile hak, hukuk, adalet, eşitlik, demokrasi gibi şeylerin arayışı, celp edeceği NE ile felaket yaratabilir. Söz konusu felaket ise salgın hastalıklar şeklinde bile tezahür edebilir. Rahatlığı veren sistemin yapısı değil; beyindeki PE dalgaboyunun kalitesidir.
Kendini geliştirmekten (beyin elektriğini pozitive etmekten) öte bir çabaya gerek yoktur. Yaldızlı kavramlar adına savaşmak, negativitenin insanları birbirine düşürmek için yarattığı ortamdır.
"Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün bilgeyim, kendimi değiştiriyorum." Mevlana
"Yine de al istedigin yere götür, istedigin gibi dagit, keyfin nasil isterse seni nasil mutlu edecekse öyle cevapla :) Belki bize o zamanlardan baska püf noktalari da verirsin."
Senin gibi bir hanımefendiden bu iltifatları duymak –yalana gerek yok- beni havalar soktu. :) Çok teşekkürler. Senin gönlünü kazanabilmek o kadar kolay bir iş değil. Düşünsel anlamda onaylanmak, "istediğini söyle" şeklinde bir izin alabilmek… valla o daha da zor. :) Pek çok erkek gibi ben de akıllı kadınlardan biraz tırsarım. Sen ise düşünsel sohbetlerde ayağımı yere bastırmayacak kadar mahirsin. :D Bu yüzden senden güzel sözler duyunca biraz da "Oh, bu kez de kazasızca yırttık" diyerek de keyifleniyorum. Ama hala da (her seferinde azarı yesek de) :DDDD sana takılmaktan kendimi alamıyorum… bilirsin.;-)
[Hayır, sen beni diil, ben seni daha çok seviyorum işteeeee… ;-)
]
" Baharin miss gibi geçsin."
Bu söz öyle güzel ki, bir de ben senin için kullanayım: Senin de baharın "miss" gibi geçsin.
DİP NOTLAR
[1]
Tabidir ki kişileri burçlarına göre sınıflandırmak saçmadır; karakter, parmak izi kadar özgündür ve doğum saati ile çıkartılan harita ile anlaşılabilir. Ayrıca Başak burcu, hiç de standart astrolojinin tanımladığı bir kimlik değildir. Merkür planetine kesinlikle uygun değildir.
[2]
Bir görüşümüzü ekleyeyim: Hayr, batıdan yeniden doğuya kaymaktadır. Bu route'u izlemek için kuleler izlenmelidir. Burj el Arap bir gösterge olabilir.
Negativite kuleleri izler ve açık bulunca saldırır. Böylece PE yeni bir diyara gider, artık söz konusu yeni diyarda yine kule vardır.
Kulelere Örnek: (Sıra ile)
Artemission
Artemission'un Yıkılışı
Kibele heykelinin Roma'ya getirilişi
Roma'nın Hıristiyanlık tarafından işgali
Osmanlı'nın Özgürlük Anıtı'nı dikmekten vazgeçip Fransa'ya vermesi
Eyfel kulesi
Fransızların Özgürlük Anıtı'nı Amerikalılara armağanları
İkiz kulelerin vurulması.
Arabistan'da yeni kulelerin dikilmesi.
[3]
Bize göre Müslümanlık dinin tek tanrısı Allah, binlerce yıldır farklı imajlarla (ama özellikle Baba Tanrı olarak) tapılan kimliğin, bilinci giderek gelişmiş insan beynine gerçek hali ile yansımasıdır. Bu yüzden İslam dünyasındaki "Müslümanlık en modern dindir" söylemi gerçeği yansıtıyor olabilir.