YANIT
Sevgili kardeşim, sorunuzda yer alan bazı yerleri bizim düşünce yapımıza (ve dolayısı ile siteye) uygun olmadığı için çıkartmak zorunda kaldık. Kendimizi geçmiş yedi yılda umarım anlatabilmişizdir, sansürcü bir kafa yapımız yok. Ancak bazı şeylerden uzak durmak sansürcülük değildir. Andığım "uzak durmak" yaklaşımımız ile sorunuzu kabul etmememiz gerekirdi. Benim isteğimle kabul ettik, ama bazı bölümleri silmek zorunda kaldık. Lütfen kusura bakmayın.
Sizi tanımıyorum. Olayı detayları bile bilmiyorum. Ayrıca –yine önceki yanıtlarımda yazdığım gibi- duygular hiç de bildiğimiz bir alan değil. Yani nasıl oluşuyorlar, nasıl meydana geliyorlar… bu konu bizi hiç cezbetmedi. Biz beyin EM alanlarından, bunların ezoterik yansımalarından anlarız. Dahası; kişi beyin elektriği konusunu bilimsel açıdan –aklını verir, zaman ayırırsa- öğrenebilir. Bu bilgileri –hep derim ya- "sallama serbest" ezoterizme uyarlamak –tamam, yine bilgi ister ama- da mümkündür. Oysa –hiç kimsenin, dikkat buyurun, yineleyeyim: hiç kimsenin- nasıl meydana geldikleri hakkında kesin bilgisi henüz olmayan duygular hakkında sizin kadar acı içinde olan bir kişiye öneride bulunmak doğru değildir. Ama aklıma "Acaba neden psikolojik destek işe yaramadı?" sorusu da geliyor. Duygularla onlar ilgilenir. Keşke bu konuyu (yani kaç psikolog ile konuştuğunuzu, sonucun ne olduğunu, neden görüşmelere son verdiğinizi vb.) detaylandırsaydınız. Her neyse… Duyguların uzmanlarının çare bulamadığı bir konuda bizim konuşmamız çok yanlış olur.
Ama gelin, sorunuzu bir kenara bırakalım; size bir ölçüde de olsa bildiğimiz konularda bazı şeyler anlatayım. Belki böylece işinize yarayacak şeyler söyleyebilmiş olabilirim.
"Yaratıcı (ya da inanca göre Ana Alan) sadece güzellik ve iyiliktir, bu iki kavramın çıkış noktasıdır, özüdür. O sadece iyilik verir. Onunla rezonansa girdiğinizde şahane hayatlar yaşarsınız" dediğimde pek çok mutsuz kişi çevrelerinde (reelde, yaşarken) izledikleri felaketleri anlatır ve "O zaman bunlar nasıl oluyor?" diye sorular sorarlar. Ben de onlara, kendilerini çok üzecek, çok gerecek, hatta bana öfkelenmelerine neden olacak bir yanıt veririm ve "Bunu siz yaratıyorsunuz" derim. Yani uzun-uzadıya yanıtımı okumaya üşenirseniz size söyleyeceklerimin hapını sunayım: Çevrenizdeki bet kişilerle etkileşimde bulunma nedeniniz, bu gerçekliği bizzat sizin yaratmanızdır. Kötü haber odur ki, bu kişi ya da olaylarla uğraştığınız ölçüde NE celp edecek (ataerkil kültürde insanlara "savaşmak" adı altında NE üretmek öğretilir) ve durumu kötüleştireceksinizdir. Bu yüzden üzücü olaylarla yüzleşmekten kurtulma metodu beyin elektriğinizi pozitive etmektir. (Bu düzeye erince "halletmek" adına yöntem aranabilir; ama bu savaşmak değildir.)
Bana "O zaman öfkeden nasıl kurtulacağımı, yani beyin elektriğimi nasıl pozitive edeceğimi öğret" dersenize size "Bunun en kolay yolu, gerçekliği kendinizin yarattığına inanmaktır" derim. Bu duruma yürekten, kuşku duymadan, bütün kalbinizle (beyninizle) inanabilseniz, çevrenizde bet kişiler ve olayların bir anlamda illüzyon olduğunu kabul edebilseniz, artık otomatik olarak onlara aldırmayacak, sevdiğiniz işlere yoğunlaşacak ve kendi-kendine gerçekliğinizi farklı şekilde yaratacaksınızdır. Bu var ettiğiniz YENİ gerçeklikte o bet kişiler hakkında belki yanıldığınızı görecek, belki onlardan özür alacak, onların pozitif yönde değiştiğini izleyecek ve hatta belki de dost olma fırsatı yakalayacaksınız.
Şimdi yanıtıma başlayayım ve yukarıdaki –pek çok kişiye martaval :) geldiğine emin olduğum- sözlerin nedenselliğini açıklamaya uğraşayım.
Gerçeklik kardeşim, bu gün artık standart kuantum yorumu olarak kabul edilen, yani bir teoriden bir kanuna dönüşmüş olan bir şekilde "ölçüm ile" var olmaktadır.
Beyinleri ataerkil kültür ile (örneğin "sadece görünen gerçektir" ile) bebeklikten başlayarak biçimlendirilmiş bizler için inanılması hiç de kolay olmayan durum (ki, Einstein son nefesine dek inanmamış, aksini kanıtlamaya hasta yatağında bile çabalamış, başaramamıştır) laboratuvar ortamında kanıtlanmıştır.
Konuyu –bilime fazla dolaşmadan, sizin/benim gibi kişilerin anlayacağını düşündüğüm şekli ile- anlatayım.
Kuantum mekaniği ile evrenimizi (hatta bizleri) meydana getiren en küçük parçalara, evrenin piksellerine, ulaşılmıştır ve bunlara temel parçacıklar denmiştir. (Söz konusu temel parçacıklarla bilimciler LHD ve benzeri ortamlarda deneyler yapmaktadırlar artık.)
Bu parçacıkların en ünlüsü bizleri bile meydana getiren elektronlardır.
Ancak işin aklaziyan kısmı şudur: Elektron dahil tüm parçacıklar iki şekle dönüşüp durmaktadır. Bir şekilde bildiğimiz –çok abartıyorum- maddedirler. Bir diğer şekillerinde ise aynı anda iki farklı yerde olan, olabilen, bir anlamda masallarda görmeye alıştığımız bir yapıdadırlar! Buna dalga denmektedir.
Bilimciler bu değişimin nasıl ve ne zaman olduğunu da kanıtlamışlardır: Dalga olan bir parçacık "ölçüldüğünde" (yani kabaca ona bakıldığında) maddeleşmektedir. Bilimciler bu yüzden demektedirler ki: "Evrende –tıpkı bilgisayar oyunlarında, sadece Mouse ile işaret ettiğiniz yerin olması gibi- sadece baktığınız yerde gerçeklik vardır. Bakamadığınız (yani sırtınızda/arkanızda kalan yerde) her şey dalgadır. (Bu konuda bilgi edinmek için Çift Yarık Deneyi konusunu araştırabilirsiniz.)
Ölçüm dediğimiz olayın öznesi ise tabidir ki beyindir.
Şimdi bu bilgileri bir kenara koyalım, bir bilgilenme parantezi açalım, böylece daha kolay ilerleyeceğiz.
Bilinç, standart yoruma göre nöronlar tarafından (iyonların nöronlara giriş çıkışı ile) var edilen elektriğin, nöronlar arasında ilerlemesi ile var olur. Oysa modern ve çok saygın bilim adamları tarafından ortaya atılan modellere göre bilinç (bizlerin 722yi üzerine bina ettiğimiz) QM ve ETC teorileri ile oluşmaktadır. Bu teoriler der ki, "Tamam bilinç beyinde var olur, nöronlardaki elektrik önemlidir; ama bilinç beyin elektriği DEĞİL, bu elektriğin var ettiği EM alandır."
Bu teoriler de zamanla geliştirilir ve denir ki "Gerçekliği yaratan (yani dalgayı parçacık yapan) –dikkat buyurun- ÖLÇÜM DEĞİL, BİLİNÇTİR.
Bu sözü şu şekle evirebiliriz: Gerçekliği var eden unsur beyin EM alanıdır.
Bilincimizi var eden EM alan, beyinde bizdeki duyguları var eden NTlerin salgılanmasını da belirlemekte; hangi NTnin salgılanacağına, hangisinin inhibe olacağına karar vermektedir.
EM alanların daima bir dalgaboyu vardır. Söz konusu dalgaboyları EM tayf adı verilen bir çeşit cetvelde, değerlerine göre yan yana dizilmişlerdir.
Ancak bilim ortamında sürekli yeni dalgaboyları bulunmaktadırlar! Bu durum, gelecekte başka dalgaboylarının da bulunacağını, yani bulunacak başka dalgaboyları da olduğunu gösteriyor olabilir. İddiamız odur ki, tayfın mavi tarafında da, kırmızı tarafında da daha keşfedilecek dalgaboyları vardır.
Tayftaki mavi taraftaki dalgaboyları insana zararlıdır, tayfın ucuna gidildikçe zarar oranları –bir anlamda- artmaktadır; kırmızı taraftakiler ise insana yararlıdır. O zaman diyebiliriz ki, kırmızı ve ötesinde ele geçecek dalgboyları da insana daha yararlı; mor ve ötesindekiler ise daha zararlı olacaktır.
Ve ezoterizme geçiyoruz…
İşte bizler kırmızı ötesindekilere ilahi esintiler (PE), mor ötesindekilere şeytani etkiler (NE) demekteyiz.
Yeniden bilince dönelim:
Madem ki bilinç bir EM alandır; o zaman bu alanın bir dalgaboyu olacak, diğer alanlar ve dalgalarla etkileşime girebilecek; rezonans yapabilecektir. (Alan/alan ya da alan/dalga etkileşimi bilimce kabul edilmektedir.)
Ve bir adım daha ilerleyelim: Hepimizin bilinci dalgaboyuna göre "tayftaki kırmızı veya mor ötesindeki" dalgalarla etkileşime girecek, rezonans yapacak ve gerçeklik böyle (onların etkisi/yönlendirmesi/gerçeği ile) var olacaktır. Daha basit bir söyleyişle; beyninizdeki EM alan (bilinciniz) PE dediğimiz dalgaboyunda ise tanrı ile, NE dediğimizi dalgaboyunda ise şeytan ile kontağa girecek, gerçekliğinizi (bir anlamda kaderinizi) buna göre var edeceksiniz demektir.
Yani çevresinde felaketler gören ve bu felaketleri temizlemek için bazı hatalı tutumlara soyunmaya kalkan kişiler, bu tutumları ile kurtarıcı olamayacakları (PE celp edemeyecekleri) gibi, dünyaya daha da (hedef aldıkları kişi, ya da temizlemek istedikleri olayın yaratacağı kötülüklerden daha fazla) NE çekecekler, böylece farklı kötülüklere neden olacaklardır. Ürkütücü olan şudur ki; bu kötülüklerden bazıları temizlemeyi hedef aldıkları olay ya da kişilerin kötülüklerinin artmasıdır. Bir diğer deyişle korktukları, kendi beyin elektriklerinin dalgaboyu yüzünden başlarına gelecektir.
Her zaman söylediğimi yineleyeyim: Mutfakta gördüğünüz hamamböceğinin üzerine basmak temizlik (ya da ondan kurtulma metodu) değil, onların artmalarına (ya da aynı sayıda kalmalarına neden olacak) NE celbidir. Yapılması gereken ise mutfakta önce köklü bir temizlik yapmak, ardından kıyı bucağı –ortada böcek yokken- ilaçlamaktır. Bu tavır inanılarak ve zevk alınarak yapılmışsa ve de sürekli yinelenirse, kişi beyin dalgaboyunu evirmiş demek olacağı için, hamamböcekleri giderek azalacaktır.
Negatif alanları temizlemenin asıl yolu (anlattıklarıma inanmaktan başka yolu) ise SADECE onları eksite etmemek, yani size acı veren olayı/kişiyi/geçmişi/kuşkuyu vb. DÜŞÜNMEMEKTİR.
Yapılması gereken şey bu ölçüde KOLAYDIR. Doğa (ya da inanca göre tanrı veya bilinçsiz pozitif Ana Alan) bu "temizleme" işini kendi-kendine yapmaktadır; iş ki siz negatif alanla artık ilgilenmeyin, işi uzmana ;-) bırakın. Ancak çevreden alınan ataerkil etkiler (yanlış ve zararlı bilgiler) o kadar yoğundur ki, bu iş de pek kolay olmayabilir.
Toparlamam gerekirse çektiğiniz acıdan (ben "öfke nöbetlerinden" değil, izninizle acıdan diyeceğim) kurtulmanın tek yolu onu –tüm gücünüzle- aklınızdan uzak tutmak, düşünmemek ve siz yöneterek kötü kaderler yaşamanıza (var etmenize) neden olan alanın dağılmasını beklemektir.
Ama dikkat edin: Tek bir (yani nano saniyelik) bir düşünce kırıntısı bile özellikle sizin çektiğiniz acı kapsamında (yani güçlü negatif alanın varlığında) alanı yoğun olarak eksite etmektedir. Bu durumu derinizdeki bir çizik veya açık bir yaraya benzetebiliriz. Çizikleri arada kaşıyabilirsiniz, ama "cılk" yaraya dokunsanız bile ya iltihap kapmasına yada da canınızın fena halde acımasına neden olursunuz.
İyicil yaratıcıya (inancınız göre Allah'a, Ana Tanrıça'ya, Baba Tanrı'ya, bilinçsiz Ana Alan denilebilecek kuantum alanına) güvenin. O var. İster bizim inandığımız gibi bilinçli olsun, ister inançsız arkadaşların inandığın gibi (bu söz ilginç oldu :) ) sadece bir alan olsun, o var. Bu benim duygu yüklü görüşüm değil; emeritus profesör düzeyinde ve hala hayatta olan birçok bilim adamının giderek ("Orada platonik diyebileceğimiz bir alan var" şeklinde) söylemeye başladığı kadar reel. Fizikçiler; gelecek –en fazla- dört yüz yıl içinde onun –önce varlığının, ardından iyilik ve güzelliğinin- formülünü yazacak, yani gerçek olduğunu apaçık kanıtlayacaklar. Bize göre bilinçli olduğunu da ortaya çıkartacaklar… ama kim bilebilir? Bekleyip göreceğiz. :)
O zaman bunaldığımızda sadece bize acı veren, canımızı sıkan şeyleri düşünmemekle kalmayarak; eğer imanlı isek, onu bilinçli kabul ederek, acılardan asude bir söylem ile onunla sohbet etmeye başlayabiliriz. İnançsızsak KENDİ BULACAĞIMIZ BİR METOT İLE, ama metodumuza inanarak, pozitif alanlarla beynimizin kontak kurmasına çabalayabiliriz.
[Müslümanlığı yoğun yaşayan arkadaşlara sure okumalarını öneriyoruz. Surelerde –inançsız arkadaşların öne sürdüğü gibi- spiritüel bir etki bulunmayabilir. Ya da anlamını bilmeden sure okumanın anlamsız olduğu öne sürülebilir. Ancak buradaki (manasını anlamadan sure okumaktaki) keramet, beyni bambaşka bir alana yöneltmektir. Namaz ile meditasyon bağlantısını aynı mantıkla kurmaktayız.
Namaz, -darılmayın- kımıltısız şekilde oturup "Ohmmmm… ohmmmm" diye mırıldanmaktan daha eğlenceli, daha oyalayıcı, jimnastik etkisi yüzünden beyni daha rahatlatıcıdır. Eğer okunan surelerde iddia edildiği gibi ilahi bir enerji, yani PE varsa çok daha yararlıdır. Ayrıca farklı ve bilinmeyen bir dilden metin okumak (Kuran okumak), dikkati negatif düşüncelerden uzaklaştırabilir. Okunanda spiritüel güç olduğuna inanılıyorsa, yaratılan beyin süredurumu, beyindeki öznel tedavi merkezini envoke ederek asıl merkez ile kontağı sağlayacak olabilir.
]
Zorluk ipin ucunu yakalamaktadır. Bu biraz zaman alabilir. Ama yukarda ne dedim? Zaman ve çaba ile o ipucunu bir yakaladıktan (yani kontağı bir kurduktan) sonra güzelliklerin katlanarak (geometrik ortalama ile) gelmeye koyulduğu görülecektir.
Hep akar (Panta Rei) kardeşim. Aşkların, hatta hayatın (ömrün) bitmek zorunda olması şeklinde bile yansıyan ve ürküten bu düzen, aslında bir kurtarıcıdır. Bu hayata aşk yaşamak ya da sadece yaşayıp durmak için değil; değişip, buradan kurtulmak için (ilerlemek ve öncekini geride bırakmak, ilerdeki Cennet'e ulaşmak için) geldik. Yani biraz sabredebilir, doğru yönlenebilirseniz sizin için de akacak… ve sorun geride kalıverecektir.
Bir şekilde teninizde bir yara açılmış. Kaşımayı geçin, ona dokunmayın bile. Bırakın doğa (Tanrı, ya da Ana Alan) onu bildiği gibi tedavi etsin.
Oysa olumsuzluklar hakkında yapacağınız her olumsuz girişim, kimseyi kurtaramayacağı gibi, sizin –herkes gibi- tek kişilik evreninize öncekinden misli ile fazla NE çekecek ve –tanrı korusun- belki de bu enkarnasyonu (hayatı) tümden yitirmenize (ölüm anlamında değil, bu hayattaki evrim şansını demek istedim) neden olacaktır.
Eğer bakmayı bilsek; çok romantik olacak ama gerçektir (biz "mantık, yani bilim, temelli beyinli majisyen erkekler" bile bunu görebilmekteyiz) dışardaki güneşte, -hilalden dolunaya- Ay'da, gecede, kış göğünde, sonbahar mevsiminde, kara kışta, Yahveh'e atfedilen yıldırımlarda bile ümit ve hatta güzellik bulabiliriz.
İş ki;
Güneş'i, D vitamini pınarı,
Ay'ı tanrının (Allah'ın, Ana Tanrıça'nın, Baba Tanrı'nın) nuru (ya da bilinçisiz pozitif alanın dalga fonksiyonundan çöküşü),
geceyi "ilksel dost ortam"ın yansıması,
yağmuru bereket,
kış göğünü "ağırbaşlı ama çok şık bir gri renk kuşanmış bulutlar",
şimşek ve yıldırımları "ruha heyecan verici, karizmatik göz kırpış",
sonbaharı "doğa ananın cilt bakımını yapıp dinlendirici uykusuna hazırlık süreci",
kışları, pozitif enerjisi –bir anlamda- kanıtlanan kar tanelerinin düşüşünü görmek adına giriştiğimiz biraz zorlayıcı ama güzel ödüller dolu serüven
olarak görelim.
Bu öğrenilebilmektedir.
Bu yanıtımı okuyarak ilk adımı attınız bile. :)
Bana inanın, size belletilen hatalı düşünce kalıplarını –biraz zaman vererek- silebilirseniz çok güzel günlere sizi ulaştıracak bir pozitif alanınız var. Hemen kanıt; bir kişiye "hayranlığımla" demek çok önemli bir göstergedir. Bunu hissetmekten öte, dile getirmektedir hüner. Pozitif enerjinin en bariz göstergelerinden biri tatlı dilliliktir. Tatlı dilli kişiler hem güzel yürekli, hem de de yürekli (cesur ve kendinden emin) olurlar. :) Bu sözleri size sağlam altyapınız söyletti. Yapılması gereken tek şey üstteki öncel yıkımlardan kalmış molozları süpürüvermekte.