son olarak yanitlarinizin ve verdiginiz bilgilerin ne kadar degerli oldugunu söylemem gerek. ve evet bunu her sorumda bikmadan usanmadan diyecegim :) ki -siteyi çook uzun süredir takip eden biri olarak- haddim degil belki ama sizin de enerjinizin giderek daha da pozitife yaklastigini, dönüstügünü düsünüyorum. umarim çok uzatmamisimdir, tesekkür ederim. keyifle kalin!
YANIT
Ruhsal durumlar hakkında uzman değilim. Bir yorum yapmam doğru olmaz. Ancak isterseniz gelin, iki arkadaş olarak konuşalım. Yani söyleyeceklerimi bu konuda eğitim almış kişilerin görüşleri gibi önemsemeyin; ama konuşmakta olduğunuz arkadaşınızın anaerkil ezoterizm konusunda bir sistemi olduğunu, beyin ve bilinç hakkında da uzun yıllar içinde bazı bilgilere ulaştığını unutmayın.
" büsbütün hiçbir sey hissetmemek de bir negatif enerji göstergesi midir"
Olabilir de, olmayabilir de… Eğer yapınız fazla heyecanlı değilse, bazı evrimler sonucu bu yapıya (gerçeğinize) ulaştıysanız, yani bu ruh hali ile rahatsanız ortada hiçbir sorun yoktur bence. Herkes heyecanlı, şen, coşkun olmaz. Kendini yaşayan pek çok kişi mesafeli, birçoklarına göre "donuk", hatta uzak bir kimlikte; "kendi" olmadan şen, heyecanlı ve coşkun gibi duran kişilerden çok daha pozitiftir. Doğru kimliği "doğrusu iyisi budur" kuralları değil, kişinin rahatlığı belirler.
"normalde önemseyecegim, üzerinde belki uzun süreler düsünüp düsünüp duracagim seyleri düsünmüyorum. yani öfke, üzüntü, kizginlik, hirs, rekabet etmek gibi bu tür duygular neredeyse yok oldu"
Bence bu durum çok kimsenin ulaşmak isteyebileceği harika bir şeydir. :) Saydığınız –rekabet dahil- tüm nitelikler, anaerkide hiç tutulmayan şeylerdir. Bunlardan uzaklaşabildiyseniz, beyniniz bunları üretmekte isteksizse, lütfen tarafımdan onu (beyninizi) tebrik edin.
" böyleyken bunun tam tersi olmasi gerekmez mi? ne bileyim pozitif enerjimin artmasi gibi falan?"
Kişiye özel pozitif enerjinin nasıl tezahür edeceğini kimse bilemez; çünkü parmak izi kadar sayıdaki beyin elektriklerini tek bir "kişisel iyi ve doğru" modeline sadece ataerki indirir. Daha dün –çok sevdiğim bir öğrencim ile- öfkeli olması hakkında konuştuk. Ona, öfkesi diğerlerine zarar verici olmuyorsa bu huyunun fazla üzerinde durmamasının belki daha iyi olacağını, "doğrusu budur" diye öfkesini bastırırsa NE celp edebileceğini söyledim.
Bir dipnot düşeyim: Sıkışık trafikte hatalı sollama yapan uyanığın arkasından "daltarağğğkkkkkk" diye bağırırsanız, ama hemen sonra yeniden yola dikkatinizi ve de yanınızda birşeyler anlatıp duran hanıma kulağınızı veriyorsanız, verebiliyorsanız, NE celp etmiyor olabilirsiniz. Öfke doğal bir insan tepkisidir. NE duyguları kullanır; yani size, ortada gerçekten o duyguyu üreteceğiniz şartlar yokken, var olduğuna inandırarak ürettirir. Böylece öfke; hırsa ve kine dönüşür. Kayıplar ardından üzülmek doğaldır. NE bu anda bilince sızabilmişse, söz konusu üzüntü süresi doğadışı şekilde uzar; duyulan doğal ve geçici acı, kalıcı bir eleme, hatta "gönül yarasına" dönüşür.
Arkadaşıma pozitif (doğal) öfke konusunda örnek olarak da Tenten adlı ünlü çizgi roman karakterinin serüven arkadaşı Captain Haddock tipini gösterdim. Captain Haddock acayip öfkeli bir kimliktir. İki dakikada bir köpürür. Bir şeyin yanlış olduğuna inanınca köpürür, yanıldığı gösterilirse saniyede sakinleşir. Özde son derece saf, yardımsever, fedakar, hak bilir, gözüpek bir karakterdir de. PE açısından Tenten ile rahatça yarışabilir. (Karakter ilginizi çekti ise onu ASLA Hollywood versiyonu –bence- berbat film aracılığı ile tanımaya uğraşmayın. Birkaç Tenten çizgi romanını edinip inceleyin.)
[Romanları alıp -alıp içine sı… pardon, dilim sürçtü, berbat eden Amerikan filmciliği ile ünlü yazar Mario Puzo emin eğilim ama sanırım "Aptallar Erken Ölür" adlı romanında iyi uğraşmıştı. Bir filmin başında "Based on a novel" yazmışsa ve romanı okuduysanız –bence- hemen sinemayı terk edin, TVyi, tableti kapatın. Bir eseri bu kadar kafaya göre eğip bükmek ayıptır, günahtır. Bu adamlarla en iyi ünlü BDSM temelli Gray filmlerinin romanının yazarı E. L. James uğraştı. Her gün film platosunda –kafalarına göre takılmak isteyen- yönetmen ve yapımcı ile uğraşmak adına çıngar çıkartıp durduğunu okumuştum. :DD
]
Eş deyişle PEnin sizin için ne biçimde tezahür edeceğini –yukarıda söylediğim gibi- sadece rahatlık katsayınızı gözleyerek anlayabilirsiniz.
" sevinç, heyecanlanmak, hoslanmak, sevmek, gülmek vs. bunlar da yok."
Ha, bakın; bu farklı bir laf… Bu cümlede saydığınız nitelikler pozitif nitelikler. PE celbi için şart değiller, ama envokasyonu için büyük yardımcılar. Bazı insan az güler, daha heyecansızdır, her şeye kolay sevinmez. Hala bir sorun yok… Ancak HİÇBİR şeye sevinmemek, heyecanlanmamak, hiçbir şeyden hoşlanmamak, ya da hiçbir şeyi sevememek bizim dünyada NE varlığını işaret eder.
Ancak en başta dediğim gibi, ben bu konularda (duygular konusunda) uzman değilim. Biz beyin elektriğinden, EM alanlardan anlarız (tabi ki fizikçiler kadar değil). Beyindeki duygular –açıkçası- ne ilgimizi çeken, ne de fazla kurcaladığımız işlerdir. Bize göre dikkat edilmesi gereken şeyler duygu ve düşüncelerin yapısı değil, beyin elektriği yapısıdır; çünkü duygu ve düşünceleri belirleyen beyin elektriğinin dalgaboyudur. (Ve bu dalgaboyu değiştirilebilir.) Aklıma geleni mırıldanayım ama fazla kulak vermeyin: Yaşadığınız durum, belki beyin tarafından var edilen gerekli bir dinlenme sürecidir.
[Bendeniz dans gösterim sonrası evde duş alıp kendimi yatağa nasıl attığımı anlatmak için kullanabileceğim tek söz "robot gibi" olabilir. Ne bir şey düşünebiliyorum, ne gün içinde beni sevindiren bir olaya aynı tepkiyi verebiliyorum, ne karın açlığıma aldırabiliyorum. Zombi gibi "bir kalıp" yatağa gidebiliyorum.
Ama şu var: Bu paralize hal (değim yerinde ise "donukluk"), ertesi gün bitmiş oluyor.
Babaannemin "günü" vardı. Ayın bir günü bir sürü arkadaşı konuk olarak gelirdi. Ev hercümerç… O neşeli, kıvrak hanım, günün akşamında tıpkı benim gibi zombi olurdu.
]
Siz de bu apati diyebileceğim durumu belki bir ağır yorgunluk süreci sonrasına benzetebilirsiniz. Ama buna siz karar vereceksiniz.
" sosyal ortamlara girdigimde gerçekten çok tepkisiz ve donuk kaliyorum. insanlar gülüyo, egleniyo, espriler yapiyo, hayattan zevk aliyorlar, öyle kaygisiz ve rahatlar ki...ama bende bunlar yok."
"Sosyal ortamlarda şöyle davranan harika adamdır, davranamayan paçozdur" şeklindeki ataerkil düstur (hatta "sosyalleş" modası) ne canlar yaktı. Yahu herkes bir tiptir, birbirine benzemez. Biri, bir şeye "bu doğru, ötesi yanlış" derse, kibarsanız oradan ışık hızında fıyın; cevval bir tipseniz Bülent Ortaçgil'in "Beni kategorize etme" şarkısını söylemeye başlayın. Topluluklar içinde "donuk" sözcüğü ile bir çeşit hakaret ettiğiniz o kimlik, sizin en rahat haliniz olabilir. Pis enerjilerin sizi dürterek yapınızı bozmalarına izin vermeyin.
[Bu konuda izninizle yine kendimden örnek vereyim: Daha dört enkarnasyon Sean Connery olamayacak olsam da, yaşıma göre hoş bir adamım. Gücüm çerçevesinde şık giyinmeyi severim. Topluluklarda bazı kişilerin ilgi göstereceği bir karakterim var. Konuşkanım. (Dinlemeyi bilen konuşkanlardanım.) Gülmeyi, şakalaşmayı çok severim. Ama edep terbiyeden anlarım. Yani ataerkil dürtüş içinde olsam saniyede sosyal kelebek olabilirim.
Eskiden küçük bir ünüm vardı, yani şöhreti bilmeyen biri değilim. O eski –tanındığım ortamlar dahil- hala da topluluklarda en-en-en sevdiğim şey gülüp eğlenen insanları UZAKTAN (bir kenara çekilip), sizin donuk diyebileceğiniz bir hal ile izlemektir. Bu yüzden yalnız gezmekten anlatılamayacak kadar çok hoşlanırım. Bir restorana, bara, meyhaneye gittiğimde, çevremde bir sürü neşeli insanın varlığı beni mutlu eder. Tek biri benimle konuşsun istemem. Şöyle derim hep: "Hayat denen zorlu enerji, en güzel vibrasyonları ile iki yanımdan, bana bulaşmadan akıyor." :)
]
Pozitif enerji eğitiminin mimarı arkadaşımız, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar pozitif biriydi. İnanılması güç şekilde –istisnasız- herkes onu seviverirdi. Trafik denetiminde alkollü yakalandığı iki ayrı seferde POLİS ARACI İLE eve bırakılmıştı. Yani polisler bile onu sevivermişti.
Bu arkadaş çok yakışıklıydı da… Bir keresinde bir bara girince DJ ona ithafen Tom Jones'un "Sex Bomb" parçasını çalmaya başlamıştı.
Ama bu arkadaşımızın topluluklarda tek başına (yine donuk denilebilecek şekilde) durur, içkisini içerdi. İnanılmayacak kadar az konuşurdu. Kimseyi yanında gerçekten istemezdi. Herkese güler yüz gösterirdi. Zorla yanlarına alırlarsa bir süre konuşmadan durur, sonra izin ister ayrılırdı.
Yani belki de siz GAYET normal bir seçim olan "etrafa fazla bulaşmadan onları izleyerek mutlu olmak" karakterinde birisiniz. Korkmayın bundan. Böyle olmakta, yani toplulukta gülüp söylemeden bir kenarda akımı seyretmekte HİÇ Mİ HİÇ bir terslik yok. Bilakis, ataerkil dolduruşlara gelir, "aman onlara benzeyeyim" teranesine girişirseniz, en hasından NE envoke etmiş olursunuz.
" gülüyo, egleniyo, espriler yapiyo, hayattan zevk aliyorlar, öyle kaygisiz ve rahatlar ki...ama bende bunlar yok."
Hayat ve kişiler hakkında biraz az şey bildiğinizi söylememe izin verin. Hayattan zevk almak asla espri yapıp gülmeye koşut değildir. Kimin rahat olduğunu ise bu konuda uzman değilseniz (ya da göz okuyamıyorsanız) kolay anlayamazsınız. Hatta bence fazla konuşup, fazla gülüp, fazla espri yapanların rahatlığı biraz tartışılabilir bile belki. Kiminin rahat kimliği ataerkil aspektten biraz donuk bile görünebilir. :)
"rahatlikla iletisim kuramiyorum, yani nasil anlatayim olmuyor. sürekli bi kesilme, devam edememe..."
İletişim kurmak neymiş kardeşim? Bu nasıl bir moda? Kurmazsanız kurmasanız.
Adam (insan anlamında) vardır, saniye yalnız duramaz. Etrafı dolu olunca KENDİNİ BULUR.
Adam vardır, tek başına durur. Yalnız olunca KENDİNİ BULUR.
Sanat ve edebiyat alanında yapıtlar, bilim alanında teoriler üretmeye ancak yalnızken başlayabilirsiniz. Engin Geçtan buna "yapıcı yalnızlık" der. Yalnız olmak ile yalnızlık çekmek farklı şeylerdir.
Yalnızlığı seven insanlar, iletişim kurmayı da pek sevmeyen insanlardır. Böylesi kimliklerin insanları sevmedikleri düşüncesi –lütfen kulaklarınız kapatın, küfür edeceğim- dangalaklığın doruğudur. İletişim kurmayı değil, yalnız olmayı sevenler SON DERECE sevgi dolu da olabilirler. Oysa insansız duramayan nice kişi sadece kalabalığın (hem de sıklıkla sürtüşmek zorunda kaldığı bir kalabalığın) parçası şeklinde yaşamak zorunda kalabilir. (Çok uç örnek olacak ama, aklıma geldi: Yalnız kalamayanların belki de biri Hitler'dir. Sürekli çevresinde generalleri ve generallerin hanımlarını toplarmış. Özellikle hanımların bu durumdan bezdiklerini bir yerde okumuştum.) İnsanlar ataerkil dolduruşa gelip sevmedikleri şeylere kendilerini iteklerlerse hem kendi canlarını, hem de berbat iletişimler kurdukları insanların canlarını sıkarlar.
" haliyle bana bi sey demeseler de bu kiz niye böyle diye hayiflanan ifadelerini yakaliyorum."
Bu doğaldır. (Onlara anlayışlı olmak, işte bu noktada önemlidir ve PE celp eder.) İyi ama saf insanlar kendilerine benzemeyen ve/veya ezberlemek zorunda bırakıldıkları kalıplara uygun davranmayan diğerleri için hayıflanırlar. Örnek: "Ne olacak bu kızın hali? Evlenemedi!"; "Ne olacak bu oğlanın hali? Bir baltaya sap olamadı!" :D
Bilin ki onların da beyninde tıpkı sizin gibi gerçeğe pek uygun olmayan alanlar bulunmakta. :)
" böyle oldugu zaman içimden ne yapabilirim bende böyleyim diyorum sizin gibi olamiyorum diye düsünceler geçiyor."
Hay allah size bir torba altın versin. Sonunda kara göründü. :)
[Üvey annem, beni büyüten ve yetiştiren kişidir. Çocukken elime hem Baytekin (şimdinin Flash Gordon'unun benim devrilerdeki Türkçe adı), hem de Degas, Van Gogh, Letraec, Cezanne kitapları veren şahane bir hanımdır. Bir astronom olsa da (dikkat buyurun, o devirlerde kadın astronumdur ve bu konuda yüzleştiği en büyük derdin, gece rasatlardan dönmek olduğunu anlatmıştı; çünkü anılan devirde bir genç hanımın gece yarısı eve dönemsi akıl dışı bir olaydı), inanılmaz pratik beyinli bir hanımdı. Sürekli can sıkıcı laflarla kafa ütüleyen insanlardan zarar görmemek için muhteşem bir formül geliştirmişti.
Mucize formülü şuydu: "Hı-hı deyip geçeceksin." :DDDD
Siz de size akıl veren bu iyi insanlara "hı-hı" deyip geçiverin. :)
]
Ancak cümlenizi gibi birazcık evirelim (pozitive edelim) ve şöyle diyelim:
"Böyle olduğu zaman içimden 'Ne yapabilirim ki? Siz öylesiniz, ben de böyleyim. Durum böyle olduğu için, yani farklı yapılarda olduğumuz için sizin gibi olamam. Bunu fark etmeniz gerekirdi' diye düşünceler geçiyor."
" ama onlara özenmiyorum degil. keske onlar gibi olabilseydim. farketmeden geriliyorum sanirim."
Çok doğal. Ataerki size bu düşünceleri ürettirmek ve yayılan NE ile beslenmek için var. :) Kurtuluş kolay: Sadece neyseniz onu sevin, palavraya pabuç bırakmayın. Becerirseniz, nice benzerinize yol açmış, belki de onları "sosyal ol!" sıkıntısından kurtarmış olacaksınız. Hem şu da var: Ben de lepiska saçlı adamlara özeniyorum. Ama ben bir kelim. BU BENİM. Kendimde sevgi ve düşkünlüğüm o kadar yoğun ki, hiç abartmıyorum, "madem ki böyleyim, o zaman bu da harika ve bana özel" diyorum. :D (Hayko Cepkin de tek göz kapağındaki sorun için aynı şekilde düşünmektedir.) Siz de -diyelim- "donuksunuz". Bunu SEVİN ve BUNU bir özellik olarak görün. Hatta çok neşelilere birazcık (çok azıcık) "cavalacoz" diye burun kıvırın.
Yine de eklemem gerek: HER İNSAN kendine tam uygun olan ortamlarda neşelenir; ya da olağan haline oranla daha bir heyecan dolar. Ama bazı insanların zevkleri ve beklentileri zor bulunan çeşittendir. Ayrıca bazı insanlar kolay kırılırlar. Bazıları aşırı hassastırlar ve kimi şeyleri kolayca yanlış değerlendirebilirler. Bu gibi nedenlerle de rahat edecekleri (kendilerine uygun) alanları bulamazlar. Bu durum onların donuk olduklarını değil, onlara özel alanın az olduğunun göstergesidir.
" bazen de tam olarak onlar gibi olabildigim oluyor aslinda, iletisim konusunda büsbütün beceriksiz de degilim. ki bunu basarabildigim zaman rahatliyorum ama o da kisa sürüyor ve genelde anlattigim sekilde oluyor."
Valla-billa, yukarıdaki sözleri bu cümleye gelmeden yazdım. İşte haklılığımın kanıtı… :)
" elinde her imkan varken -allaha sükür- her seye sahipken insan nasil böyle yasayabilir?"
Elinizdeki imkanları fark etmek, zamanla geliştirilebilecek UNUTTURULMUŞ bir yetenektir.
Müslümanlık bu durumu "şükretmek" önerisi (vurgusu) ile yeniden canlandırmaya uğraşır. Ama bu güzel dini Yahveh etkisindeki doğrular aspektinden (Yahudilik doğruları baskısı ile) değerlendirenler (ki, bu hataya düşmek çok, çok kolaydır; çünkü Yahudilik etkisi sanılandan misli ile büyüktür, gerisinde sadece spiritüel(!) değil, politik etki bile olabilir) şükretme önerilerini zart-zurtçı bir tanrıya boyun eğdirmek gerekliliği olarak görürler, böyle empoze ederler. Oysa Müslümanlık HER ZAMANKİ GİBİ insanların PE celp etmesine uğraşmakta, bunun için yol göstermektedir.
Beyin, zaman verirseniz PEK-PEK-PEK çok şeyi öğrenebilir. Zaten içinde olduğunuz yanlış düşünceleri BİLE öğrenebilmiştir. :) Bu –af edersiniz- saçmalıkları bile öğrenebilen beyin, doğaya, ana yapıya, gerçeğe uygun düşünceleri daha olay öğrenir. Şükretmek, zorunlu bir dinsel bir ritüelse adamı kasacak olabilir. Bu güzelliği beyne "beni mutlu edecek bir tavır" olarak öğretin. "Her şeyim var… ne güzel!" diyerek keyiflenen bir beyin, PE celbine (tanrı ile en yakın kontağa) büyük bir adım atmıştır.
" son olarak yanitlarinizin ve verdiginiz bilgilerin ne kadar degerli oldugunu söylemem gerek."
Valla mı? :) Abartıyorsunuz ya :) Bence değerli değil, denenmiş ve işe yarar demek daha doğru. Bi' dakka durun; "Adam havalara girdi" demeyin; kanıt geliyor: Benim gibi bir uğursuz üzerinde etkin oldu… varın gelin siz, "olağan insan" adlı beyin süredurumundaki pozitiviteye sahip kişilerde nasıl sonuçlar var edeceğini bir düşünün.
" -siteyi çook uzun süredir takip eden biri olarak- haddim degil belki ama sizin de enerjinizin giderek daha da pozitife yaklastigini, dönüstügünü düsünüyorum.
Çok teşekkürler kardeşim. Hem siteyi izlemeniz, hem de farklı nezaketiniz için. :) Ve evet; görüşünüz çok doğru bence. Eski yanıtlarıma bakıp hiç beğenmediklerim oluyor. :D Hem de hayatımın giderek güzelleşmesinden bunu biraz hissediyorum. E, bu da teorilerimizin doğruluğunun kanıtı değilse nedir? :)
Ama şu var: Yanıtlarımdaki –kibarca- "samimiyet", -kabaca- "sululuk" miktarına bakıp bu kanıya vardıysanız, bu jargon gerisinde artan PEden çok, benim an gelip, isyanları oynamam var. :D Bir gün Ergin bile birbirimize girdik ve sonunda ben galip çıktım. Elde ettiğim özgürlük ise şuydu: Artık istediğim gibi yazacaktım. :D
Muhakkak ki jargonumla kimilerini sinir ediyorum. :) Ciddi, akılcı, entel-montel bir jargon bekleyenlerin olduğunu düşünüyorum. Öyle değil mi Buket? :) Ama herkese "kendin ol" derken bu hak bana da sunulmalı.
Neşeli biriyim. Sürekli gülmek isteyen bir yanım var. Ve inanın bu özelliklerim çoklarının "artık yaşlandım" dedikleri yaştan sonra (anaerkiye geçmemden sonra) başladı. Millet emekliye ayrıldığında ben yaşamaya başladım. Ben 20 yıl önce doğdum. Öncesi harcanmış bir hayattır.
Bazı kişilerin ortak kaderi bu (yaşlılıktaki pozitivite)... Bu "bazı" kişilerin ortak özelliği ise dik kafalı olmaları benim gibi. :) Bizler (onlar ve ben) acı ile kavrulmadan bir adım atamayacak kadar inatçıyız.
Bu sözleri en çok da iki özel öğrencim için dedim. Ege ve Siyah için...
" umarim çok uzatmamisimdir,"
Hayır, hiç uzatmadınız; ne kadar uzun yazarsanız, sizi o kadar iyi tanıma şansım olur.
"keyifle kalin!"
A! Bizim söz… Harika. :) Çok, teşekkürler. Siz de keyiflerle kalın. :)