YANIT
Sanal öğrencime merhaba! :)
Cümlelerin üzerinde konuşmadan önce şu sözün üzerinde durayım:
“benim hatam ne janus neden bir türlü o itirli bahçede uzun süre kalamiyorum.”
Karakterin o bahçeye henüz uygun değil, çünkü yaşamın dinamiklerine (işleyiş şekline) bütünü ile farklı düşünce kalıpların var. Bu uygunsuzlukları sana göstermek için cümlelerine odaklanalım. Ama hazır ol: Hiç hoşa gitmeyecek olan; ataerki ballı yalanlarla gizlese de, kemik kadar sert ve asla değişmez yaşam kurallarından, yaşamın gizlenen yapısından söz edeceğim.
“bana neden sana karsi koyamiyorum kimseye böyle zayif olmadim bana büyü mü yaptin gibi sözler söyledi.”
İnsanların sözlerini mutlak sonuçlar olarak almak hatadır. Erkeklerin sözlerine ise "zerrece inanma" dememeyim, fazla üzerlerinde durma. Bizler –hanımlar başımızı döndürünce- kimi zaman yalan söylediğimizin farkında olmadan (yani kötü niyeti minimize edilmiş şekilde) yalan söyleriz… daha doğrusu o sarhoşluk ve coşku içinde “Fark etmeden gerçeği bypass ederiz” diyeyim.
“11 saat boyunca yakinlastik sohbet ettik birbirimizi öpmeye doyamadik”
Böylesi bir aşk ortamı kadınların temel gereksinimlerindendir, ancak uzun süreli olması doğru değildir; çünkü bu yaşamda yapılacak çok şey, ilerlenecek yol, aşılacak engel vardır. Ayrıca erkekler bu ortamları kadınlar kadar önemsemezler, onlara fazla gerek duymazlar. Bu yapı (kadın-erkek farklılığı), makroda ilerleme (sorunları çözerek ilerlerken evrimselleşme) adı verilebilecek bir dinamiği yaratır; bu iyi ve doğrudur. Aradığın duyguların yeri Cennet’tir. Bu yüzden bizim sistemde “aşk” hedef (Ultimate Aim) değildir.
“tayin oldugu yere gittiginde yavas yavas ilgisi azaldi”
Gözden uzak olan… şeklindeki söz gerçekleri yansıtır. Makrokozmos bir değişim ortamıdır; değişim üzerine kuruludur. Değişimi durdurmaya çalışmak doğru değildir. Aşkı hedef almak bu yüzden yanlıştır. Aşk o kadar zevklidir ki, insanlar (özellikle aşk planeti Venüs ile sembolize edilen kadınlar) bir daha ayrılmak istemezler. ;-) Oysa bu durum temel dinamiğe terstir.
“onunla bunu konusmaya çalistigimda sen benden hep ayni performasi bekliyorsun ama inisler çikislar olur dedi.”
Beyefendinin bu sözüne şahsen hak veriyorum. Sen temelde hedonist şekilde (ya da sözümü hafifleteyim ve “aşırı romantik yaklaşımla” diyeyim) sadece zevk aldığın ortamı yaratma peşindesin. Oysa aşk ortamında bile bu doğru değil.
“ilk etapta bunu anlayisla karsilamaya çalistim ona güvenmeyi seçtim”
Yaptığın yanlış olabilir; çünkü güvenin sınırları vardır. İnsanlara güvenilmesi gerektiğini söyleriz; ama bu gereklilik, evin kapısını kilitlememek olarak algılanmamalıdır. Hayatında bir hanım olan bir erkeğin sosyal medya hesaplarına onun bunun resmini eklemesi yanlıştır ve güven duyulacak bir şey değildir.
“onun tezgahtar kizla arkadas olmaya çalismasi bana aranmak olarak geldi”
Haklısın. Dahası (belki de en kötüsü) bu davranışı sana söylemesidir; bunun adı saygısızlıktır.
Yineleyeyim; hayata gerçekleri ile bak. Erkek denen cinsi sağından solundan çekip istediğin kalıba dökemezsin. Bizlerin avcılığını yok edersen uyarıldığın o erkekle değil, onun kadın versiyonu ile kalırsın ve artık onu istemezsin. Yani erkeklerin biraz "aranır" olduğunu kabullenmek gerekir. Kadının mahareti (buna “fent” diyelim mi?) bunu bilmesi, bilmez gibi yapması, her an kontrol etmesi ve adamı boğmadan engel olmasındadır. Ancak aklı başında bir erkek bu aranmalarını asla hissettirmez. Bizde bir söz vardır, “Bilmeyen acı duymaz”. Yani belli etmemek de bir erdemdir, kötü niyetli bir yalan değil. Bu gerçekleri kabul etmen, hayata katı ahlakçı ataerkil kurallarla değil; esnek, olağan dinamikleri ile bakmayı becermen gerek. Bir erkeğin aranmamasını istemek akılsızlıktır. Bir erkeğin saygılı olmasını istemek çok gerekli şarttır.
“sen beni degistirebilirsin sandim ama görüyorsun degisemiyorum yalnizligimi seviyorum baglanma sorunum var”
Bu hiç beğenmediğim cümlenin ilk bölümünden başlayalım ve işi biraz uzatalım:
“sen beni degistirebilirsin sandim”
Sana layık, ya da kadınları mutlu edebilecek denge ve olgunluktaki bir erkek böyle bir düşüncede olamaz. Orta gelişmişlikte aklı olan biri bile kişi kendini değiştiremiyorsa bunu başkasından beklemenin, sonra da suçlar gibi dile getirmenin anlamsızlığını bilir, böyle çocukça laflar etmez.
Cümlenin ikinci bölümündeki bu "bağlanma sorunum var" monoloğu, bu destanı yazan erkeklerin içten içe kendilerini pek üstün gördüklerine işaret ediyor olabilir. Ataerkide canının istediğin yapı-yapıvermek pek üstün bir şey olarak “özgürlük” adı altında servis edilir. Bu özgürler sözde feci güçlü kimliklerdir. Oysa makrokozmosta özgürlük diye (yani ataerkinin kakaladığı şekli ile) bir şey yoktur. Hepimiz topyekun halde hareket etmekte olan bir bütün içinde; görünmez bağlarla sadece birbirimize değil, diğer canlı ve cansızlara bağlıyız. (Özgür olmak adına dağ başına çıkan, orada insanlar ya da sosyal yaşam kuralları olmasa sa da, bu kez doğa şartları tarafından kısıtlanır.) Bu yüzden sadece istediklerimizi yapmamıza hiç bir imkan yoktur. Buna tevessül eden, hemen diğerlerinden darbe alır. Aranacak muhteşem odak özgürlük DEĞİL, rahatlıktır. İnsanlar bu bağlılık (bağlar) içinde –özgür olamasalar da- çok rahat olabilirler. Evrimin amacı zaten budur (yani “uyum yap, ama rahat ol”dur).
Yalnızlığı sevmek bir seçimdir, kişi rahatsa çok da iyi ve güzeldir. Ancak eşleşme asla vaz geçilemeyecek bir ortamdır. Bundan kaçmak hatalı bir beyin elektriğine işaret ediyor olabilir. İlişkiler farklı yapıda yaşanabilirler. Yalnızlığı seven iki kişi de eşleşebilir; belki burun-buruna, diz-dize oturmamayı/yaşamamayı seçebilir. Ancak bizim sistemde bir diğer doğru daha vardır, o da tüm güzel eşleşmelerin bir gün son bulacağı, ama “sen ve kendin” eşleşmesinin temel ve benzersiz yapı olduğudur.
Bağlanma sorunu da neymiş? Hayatımda bu kadar –af edersiniz, küfür edeceğim, ben de insanım, hata yaptığımın bilincindeyim- “ahmakça” bir laf olamaz. Bu bir sorunsa, ki öyledir, bu kadar rahat söylenmez. İnsanlar sorunlarından insanca bir tepki ile utanırlar, kolay dile getiremezler. Ayrıca sorunların üzerine gidilir ve aşılmaya uğraşılır. Oysa bu gibi kişilerin davranışlarına (yani canlarının istediğini empoze etmek için hayali sorunlar yaratmaya veya sorun olarak sundukları şeyleri diğerine karşı kalkan olarak kullanmaya) sadece “çamura yatmak” denilebilir. Sana bu kelamı edene “Bana bağlanmak, tuttuğun takımın renklerine (ya da kişiye göre annene/köpeğine [ahhhh! ;-)], hobine, politik görüşüne vb.) bağlanmaktan zor mu?” diye soruver.
[Geçmiş yıllarda -tıpkı senin hazret gibi- bir hanımın bana yaptığı eleştirilere “Beni affet, benim işkoliklik sorunum var, çok bağlıyım işime” mealinde bir laf etmiş; “O zaman bana bağlanmak, işine bağlanmaktan zor demektir!” sözünü damga pulu gibi suratımın ortasına yemiştim.]
"ilk ayrildigimizda 44 yasinda adam hiçkira hiçkira agladi bitiren taraf kendisi olmasina ragmen 4 saat ayrilik konusmasi yapmistik"
E, hani bağlanma sorunu vardı? İnsan ruhu uzmanı değilim; sadece gerçekten yoğun yaşamış biri olarak deneyimlerimden söz ediyorum: 45 yaş bir erkeğin duygularında bazı “olgunluk” diyebileceğim değişimlere neden olur. Söz konusu olgunluk, yaşamın –sana anlatmaya çalıştığım- dinamiklerini görme ve gizli kilitleri çözme olarak adlandırılabilir. Bu yapı (değişim) gereği bazı olaylara verilen aşırı ve gereksiz tepkiler törpülenir. Söz konusu değişimi yaşayamamış kişiler ise bence eksik kalmışlardır. Asıl sorun, neden gerekli değişimi (olgunluğu) sağlayamadıkları sorusunda gizli olabilir. Yani bu gibi tepkiler veren erkeklere yakınlık duymak ve bu tepkilerden etkilenmek, bir kadın için son derece tehlikelidir; çünkü karşısında eksik biri vardır ve bu eksikliğin neler yapmasına neden olacağı önceden bilinemez.
Bir erkek de bağlanır. Ama “erkekçe” bağlanır. Bizlerin bağı kadınlarınkine fazlaca uymaz; bunda da bir yanlış yoktur. Bağlanma zaten İKİ FARKLI yapının bir arada işlemesi anlamına geldiği için kutsaldır. Buradan hanımlara sesleniyorum: "Bağlanma sorunum var” çürük sakızını gevelemeye başlayan kimliğin yanına hemen bir “mülâzahat hanesi” açıverin.
Biraz daha laf edeyim. Bir erkeğin illaki aşk ilişkisi yaşaması, bu konuyu mutlak olarak üstlenmesi de şart değildir. Kimi erkek, kimi kadın gibi, romantik eğilimi sıfırlanmış bir karakter taşır. Ancak aşırı duygusal olamamak ile bağlanmamak çok farklı şeylerdir. Bağlılığı akılsal (duyguların baskın olmadığı) ortaklıklar da yaratabilir. Büyük aşklarla kurulmuş evlilikler kısa sürede çökerken, mantık evliliklerinin başarılı olabildiği sıklıkla görülmüştür.
“ben bu durumda ne yaparsam onu kazanabilirim?”
Kazanamazsın.
Hayır; bu sözleri bir okültist olarak, ya da kehanete dayalı ezoterik bir yorumla etmiyorum. Sonucun bu olacağını kolayca görmek için insanların sözlerini duymak gerekir. Kazanmazsın çünkü adam istemiyor. İnsanlara –sanılanın aksine- istemedikleri bir şeyi –baskı, darp, cebir uygulamadıkça- yaptırmazsın. (Ataerkinin bu yüzden hatalıya inandırmaktadır.) Ayrıca “istemiyorum” diyen birini yeniden kazanmaya çalışmak başarısızlığa kucak açmaktan başka, etik anlamda (bir insana yapmak istemediği bir şeye zorlama yolu aramak anlamında) yanlıştır.
Yeniden ilgi uyandırmak için ilgi uyandırılacak kişinin istediklerini yapmak tek gerekliliktir. Bunun için ilk adımda ilk isteği yapmak ve “uzak durmak” gerekir. İkinci etap düzenlenecek ise uzunca bir süre sonra, hedef kişinin istediği (idealize ettiği) şekilde, yeniden karşısına çıkmak ve çok uzun bir yolu, daima doğru adımlarla, ama çok minik adımlarla almaya kalkmak belki bir çözüm olabilir; ama değer mi bu emeğe? Bence değmez. Ünlü sözün dediği gibi “Bir şey bitmişse, bitmiştir.”
“bana deli gibi asik olan adam nereye gitti?”
Sana şu soruyu sorayım: “Önceki aşkına o kadar bağlı olan o hanım (zat-ı aliniz) nereye gitti?” :) Adam sadece değişti. Duyduğun acıların en önemli nedeni değişim adlı yasayı hayatın şaşmaz temeli olarak kabul etmemendir. Bu bir suçlama değil; ataerkil tuzağa düşmüşlüğün adına duyduğum hüzün. Her şey bitecek. Benim bebeğim ölecek, belki ben ondan önce öleceğim, saçlarım daha dökülecek, bir gün kimse yüzüme bakmaz olacak, titreyerek yürüyeceğim, hatta öleceğim. Sahip olduğun her şeyi bu temelde ölçmeyi öğrenmen ve bunlara hazırlıklı olman gerek. Gerçek aşkı ancak böyle yaşarsın. Gereksiz yere bağlanmaz, tadını eze-eze (korkudan arınmış biçimde) çıkartırsın.
“ondan ne para ne de baska bir sey istemedim tek istedigim sevgi ve sadakatti.”
Para ya da başka şey istenmediği için saf aşk yaşayacağını sanmak da hayatın dinamiklerine yine çok ters bir tutum. Duygusal ortam var diye maddeyi ancak ataerki kötüler. Duygulara (armağan olarak) basbayağı hediyelerle (örneğin mücevherle) karşılık vermek erkeklerin yapabileceği çok güzel bir şeydir. Hanımların bunu erkeklerden beklediklerini kafa ütülemeden “ihsas ettirmeleri” bize göre yanlış değil, erkeği evrimselleştirme anlamındadır. Seven erkek verir, verebilir, paylaşır; paylaşılanın para olmaması için bir neden yoktur. Aşk var diye armağan sayısı ve armağanların paraca değeri azalmamalı, artmalıdır.
“beni m sevgim beraberinde -ondan çok daha fazla olasigilim olmasina ragmen - sadakati getiriyorken onun imkan olsa baskasina gidecek gibi olmasi benim nerede hata yaptigimi anlamam gerektigini düsündürüyor bana.”
Bana söyleyecek söz bırakmamışsın. :)
“bende aradigi her seyi buldugunu söylüyordu”
Erkekler tarafından ilişki içinde söylenen güzel şeylere verilecek reel değer hakkında yukarıda konuştuk.
“hatta ondan daha kültürlü olmama biraz içerliyordu sen bana çok sey katiyorsun senden çok sey ögreniyorum ben sana bir sey katamiyorum diyordu”
Bana sorarsan aranızda ciddi sorunlar varmış. Sen ise bunlardan bilincine varmadan zevk almış olabilirsin. Yine zorlu bir "hayat bilgisi" gelsin: Bir ilişkide yapabileceğin en-en-en büyük hatalardan biri erkeğe üstün konumda olmaktır. (Bundan hoşlanan erkekler de vardır ve bu da iyi ve doğrudur. Ben standart erkek yapısından söz ettim.) Bir erkeğe sürekli üstün gelmek, hele ki bir şeyler öğretir konumda olmak, ilişki temelini alttan-alta kazmaktır. Erkekler kral olmayı severler. Onlara bu muameleyi yapan (ama dozunda yapan, köle olmayan) kadınlara fark etmeden köle bile olabilirler! :D Antik anaerkil kültürlerde en zengin kadınların hayat kadınları olma nedeni bu gizli gerçeği bilip uygulama başarılarıdır. Oysa çağdaş kadın artık erkekle giriştiği bir üstünlük savaşı içindedir. Sonuçta kaybedecek olan kendidir. "Mağluptur olan, bu yolda galip"; çünkü kadının asıl gereksinimi sevgi, uyum ve sıcaklık (bütünleşme) içinde yaşamaktır, üstün (ve yalnız) konum değil. Zaten kadınlar bu temel yapıları nedeni ile kutsaldırlar. Anaerki, bu temel yapıyı kutsayan kültürdür. Hepsinin ötesinde “batılılar” adlı ortak genetik ve sosyolojik gerçeklerle var edilmiş kültürün “eşitlik” adı altında, onlardan çoooook farklı bir ortak genetik ve sosyolojik gerçeklerle var edilmiş kültüre (Türk erkeğine) "batılılaşma" adı altında dayatılması, sadece Ezop hikayesindeki gibi bir kolu kıracak kadar bükmek anlamına geliyor olabilir. Kadın erkek ilişkilerindeki nice reel ve büyük çaplı acıya (felakete), batılıların yüzyıllar içinde var ettiği değişimin, bizim ülkemiz insanlarına bu süre verilmeden empoze edilmesi mi neden olmaktadır acaba?
Ne erkekler kadınların öz yapısını değiştirebilir, ne de kadınlar erkeklerin. Farklılıkların bilincinde olup akışa hafif dokunuşlarla yönlendirmeler yapmak yanlış değildir; iş ki amaç üstün gelmek değil, eşleşmek (farklılıkları eşitlemek, geçici süreliğine bütünleşmek) olsun.
Son olarak şunu söyleyeyim: Kendi içimizde tamlaşmayı beceremediğimiz sürece, bunu diğerlerinde arayacağımız kesindir. Oysa ne yazık ki makrokozmos "değişim" esası üzerine kuruludur. Yukarıdaki hatalı yaklaşımın acı vereceği bu yasa nedeni ile görülmelidir. Bütünleşme (Cennet'teki huri ve gılmanlar) kişinin kendi ile tamlaşmasının (androgynous bütünlüğün kurulmasını) sembolize eder. Karşı cinsten eşler; kişisel bütünlük terk edilmeden sarılıp sarmalanılacak, yaşama dönemi sona erince dostça geride bırakılması gerekli kimselerdir. Bu gerçeklerle büyütülmüş olsak, aşk kadar ölüm de bize önceki kadar acı vermeyecektir. Hatalı doğruların dayatılma nedeni, büyük planın acı çekmemiz üzerine kurulu olmasıdır.