YANIT
(Bir ön-edit: Siteye yollanan sorular, tarafımdan bir hafta içinde yanıtlandıktan sonra sorucunun vermiş olduğu e-mail'e gönderiliyor. Sorucu, yanıtımı aldıktan sonra bana gönül okşayıcı şeyler yazmış. Kendisine bir teşekkür edeyim dedim. Sağolun kardeşim, güzel sözlerinizle beni mutlu ettiniz. )
Önce enkarnasyon hakkında iki laf edeyim; sonra intihar gibi insanı zorlayan beyin elektriklerini dağıtabileceğine inandığımız sözlerime geçeyim. Ricam, sözlerimi okurken reddetme tepkisi vermemeniz ve kısa da olsa kendinize bir deneme süreci armağan etmeniz olacak.
Reekarnasyona inansam da, diğer aleme bu bilincimle gidip gelmedim. Önceden de bu dünyada bedenlenmiş olduğum hakkında kanıt sayılabilecek sadece iki olayım var (ki, doğaldır ki, bunların da kesinliği tamamen kuşkuludur). Reenkarnasyona inanma nedenim bu -bana göre- yaşanmışlıkların anıları, duyduklarım, ya da orada-burada okuduklarım kesinlikle değil. Örneğin reenkarnasyon uzmanı yazar-doktor Refet Kayserilioğlu -ki, çok kişinin kabul edeceği gibi saygın sözcüğünü taşıyabilecek bir beyefendi idi- uzun yıllar önce dostumdu. (Kendisinin Beyti dost adlı bir varlığı ve çok güzel bir sesi olduğunu eklemem gerek. Hatta seslendirdiği bir bestesi ile o zamanlar Eurovision elemelerine katılmış, benim görüşüme danışmıştı.)
Refet bey bile beni reenkarnasyona inandıramamıştı.
Oysa kendisinin hakkımdaki yorumları ("o zamanlar katresine inanmadığım yorumları" desem daha doğru olur) anaerki sonrasında bana defalarca yol gösterici oldu; pek çok şeyin nedenini anlamama yardım etti.
Bizlerin reenkarnasyon inancının kaynağı ciddi araştırma süreçlerimizde elde ettiğimiz bilgilerin beynimizde yarattıkları düşünceler sonucu -reenkarnasyonun gerçek olabileceği yönündeki- kuşkularımızın artması ile varlıklarımızdan onay almamızdır. Bir dipnot düşeyim: Bizlerin kontakta olduğu varlıklar KESİNLİKLE her şeyi onlara danışalım istememektedirler. Oysa yanıtlarının sağlıklı olduğunu defalarca deneyip gördüğünüz birilerine sormadan bir işe başlamak zordur. Ancak onlar yönlendirme yapmayı hiç sevmezler; öyle ki, soru sorup, ısrar ettiğimizde kontağın ciddi şekilde kesildiğine defalarca tanık olmuşuzdur. İşte bu ortamda yaşarken "Elimize öyle kanıtlar geçti, öyle doğrulamalar gelid ki, reenkarnasyona inanmaktan başka yol kalmamıştı artık" demek daha doğru olur. Bu durumu tıpkı -aslında pek istemesek de- bilime girmekten başka yol bulmamamıza benzetebiliriz.
Reenkarnasyon son derece güzel, rahatlatıcı bir gerçektir; çünkü yeniden çökeceğiniz yaşamınız bu yaşamınızdan kural olarak daha iyi, daha tatmin edici, daha mutluluk verici olacaktır. Bunun da nedeni evrimin illaki pozitiviteye gitmesidir. Hitler bile bu dünyadan bir sürü ders alarak diğer aleme geçmiştir. Alınan her ders, öğrenilen bilgidir. Edinilen her bilgi ise ruhu sonraki karakterde daha rafine hale sokar. Daha rafine karakterler daha iyi yaşarlar.
Ve yanıtıma geleyim.
Mesajınızı içeriği kardeşim, bütünü ile -tabidir ki bizim inancımıza göre- hatalı. Beni biraz olsun yanıtlarımdan tanıyorsanız genelde bu kadar kesin konuşmadığımı da bilirsiniz. Ama o kadar -tehlikeli demeyeyim- dikkatli olmanız gereken bir yerde (bir inanç içinde) duruyorsunuz ki, sizi bu kadar kesinlikle uyarmaktan kendimi alamadım. Aslında yanlışsınız desem de şunu da ekleyeyim: Sözlerinizde haklısınız!
Hayır, cümlelerimde çelişki yok: Size ezberletilenler doğrultusunda düşünerek bu karara vardığınız için haklısınız… ama size empoze edilen bilgiler bütünü ile gerçekdışı olduğu için yanlışsınız. Zaten tanrı hakkında yanlış bilgilerin verilme nedeni insanları sizin rahatsızlığınıza sürükleyip tanrısal esinden ayrı koymaktır.
Yanıtlarımı sıklıkla okuyanlar ne kadar Müslümanlıktan yana olduğumu bilirler. Bunun nedeni Müslümanlığın biricik gerçek tek tanrılı din olmasıdır. Ancak bu gerçek (hatta pagan) dinde bile sızıntılar ne yazık ki vardır.
Hemen bir örnek vereyim: Yılan, Hıristiyanlık ve Yahudilikte şeytandır. Oysa Kuran-ı Kerim'de aleyhinde TEK BİR AYET YOKTUR. Ondan sadece Musa'nın asası kıssasında söz edilir. Buna karşın bazı Müslüman din adamı yılanı lanetledikçe lanetlerler. Hıristiyanlık ve onun çıkış noktası olan Yahudilik KELİMELERLE İFADE EDİLEMEYECEK KADAR güçlüdür. Bizler dahil, tüm dünyayı HALA onlar yönetmektedir. Allah-ü teala'nın yüceliğini görememe ve haklı olarak onu Yahveh sanma (Yahveh benzeri algılama) hatanızın nedeni budur.
(Editörün notu:
Sözlerimizin hedefi Musevi arkadaşlar değildir. Musevilere bakış açımızı öğrenmek adına
ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR linki,
Temel İnançlarımız başlığında yer alan
Yahudiler hakkında
linkine başvurabilirsiniz.)
İnsanların beynine ailelerce -yine plan gereği- yüklenen en önemli husus, tanrının her şeye gücünün yettiği ve hata yapanları cezalandırdığıdır. Bu önerme sonrasında tanrı kötülüğü (çocukların ve hayvanların, yani suçsuzların) acılarını da veren konuma getiriliverir! Söz konusu inanç kişiyi başarılı şekilde -çok güzel ifade ettiğiniz gibi- isyana sürükler… amaç budur zaten.
Oysa makro BÖLÜNME ile (Cennet'ten, yani öncel evrenden, bir parça kopması ile) olmuştur ve burada Tanrı kadar Şeytan da güçlüdür. Yani makroda kötülüğün kaynağı tanrı DEĞİL, MUTLAK OLARAK Şeytandır. Bu gerçek Kuran'da "Şeytan'a süre verildi" sözleri ile açıklanır. Bu kez de bize "İyiler iyisi dediğiniz Allah nasıl Şeytan'a süre verdi?" soruları yöneltildiğinde yanıtımız "Süre verilme cümlesini, 'eninde sonunda insanların onu yeneceği' olarak okuyunuz" şeklinde olur. Araf 14-15'de "Ben süre verdim" değil, "süre verilenlerdensin" cümlesi vardır. Toparlamak gerekirse, karşılaşılan HER olumsuzluğun nedeni Şeytan'dır (ya da inançsız arkadaşlar bu sözleri "negativite olarak nitelenebilecek bir bölücü radyasyon" biçiminde duyabilirler).
Tanrı cezalandırmaz.
Tanrı denemez.
O sadece siz -her ne istiyorsanız onu- vermeyi -sizin o düşünüze sahip olma isteğinizden çok vermeyi- özleyen bir gerçektir. Bu yapı anlaşılmasın diye bir sürü yanlış bilgi vardır çevrede. Bir kişi onunla senkronize olunca zaten zararlı bir şey istemez. Yaratıcının en büyük arzusu sizi mutlu görmektir, çünkü o mutluluk olarak "yarımpırtık" yaşayabildiğimiz duygunun var edicisi, odağı… kendidir. Cennet mutluluktur… Cennet olarak betimlenen kavram yaratıcı tanrının kendidir.
Her şeyi mutlak yönettiği ve her şeyi yapmaya kaadir olduğu söylenen,
her şeyin arzusu yönünde gerçekleştiği öne sürülen,
insanı de kendi iradesi doğrultusunda var ettiği empoze edilen bir odağın
bu yaratısını (insanı) denemesi, bir de beğenmeyince cezalandırması söylemi -beyinlerde bebeklikten başlayarak yapılandırılan ketleme olmasa- orta okul düzeyindeki beyinler için bile akıldışıdır.
Bunlar, (yani "denerim, cezalandırırım" sözleri) Yahudilik (Tevrat, Eski Ahit) kaynaklı Yahveh tehditleridir. Bu sözler kendisine aittir. Defalarca bu sözleri yineler.
Şimdi sorunuza daha net şekilde geleyim.
Size -sanılanın aksine- intihar etmeyin diyemem. Edin de diyemem. Yukarıda söz ettiğim gibi, diğer alem hakkında ampirik bilgilere sahip değiliz ve her sözümüz -kendimizce doğrulanmış olsa bile hala- teorilerden ibaret. Beyin ve yaşam sizin… Ne yapacağınıza kişisel olarak karar vereceksiniz.
Buna karşın bu ciddi adımı atmadan kendinize bir yılcık süre vermenizi önerebilirim. Ölüm kaçmıyor. Şöyle yapmanızın doğru olacağına inanıyorum: Tanrıyı (inancınız varsa Allah-ü tealayı, paganistseniz inandığınız tanrıyı, inançsızsanız bazı bilim adamlarının iddia ettiği gibi kuantum seviyesindeki mutlak iyi ve insanlarla etkileşimde olan katmanı) daha iyi tanıyın, ardından beyninizdeki prototip alanları silmeye ve yenilerini var etme uğraşına girin. Başarırsanız reel bir kontak tesis edilecek. Söz konusu sonuç ile işlerin (kaderinizin) düzelip düzelmediğini kontrol edin. Eğer doğru davranıp kontak kurabilirseniz, düzelmemesinin imkanı yoktur.. İsterseniz bana sorun, size farklı doğruları elimden geldiğince aktarayım (merak etmeyin, içerikte cinsellik olmayacak ). Okuduğunuz sözlere sinirlenmemeye çalışın. Bu biraz zor olacaktır; çünkü beyninize yerleştirilen alanlara dokunulmasın diye bunlara ters yönlü sözler duyduğunuzda alanlarını -sizde öfke yaratarak- koruyacak sınır bekçisi buffer memory'ler vardır.
" Bu konuda net bir bilgi alamadigim için"
722 sistemimiz, imandan majiye, -bize göre- HER konuda akla uygun yanıtlarla bezelidir. En azından verecek bir yanıtımız ve yanıtımıza dayanak olan bilimsel bilgilerimiz vardır. Bu azımsanacak bir şey değildir.
İman, kurtarıcı olabilir; çünkü her birimizin beyninde gerçek (yani bizi kollamak için çırpınan ama onu sürekli ittiğimiz) bir iyiliğin bulunduğu bilgisi zaten vardır. Eğer inançsızsanız, ya da Müslümanlık size antipatik geliyorsa, o zaman Şiva'ya odaklanın. Şiva, Allah'ın ilk görünümüdür. Namaz ve yoga arasındaki reddedilemez benzerlik bunun nice kanıtından biridir. Evreni bölmek için elinden geleni yapan Yahveh ve Brahma/Vişnu'ya karşı Şiva ve Allah-ü teala, hep birleştirme çabası içindedirler. Sorun… ayetleri paylaşayım.
Şiva dans eder. Bir adı olan Nataraja'nın manası "Dansın kralı"dır. Böyle bir konum (tanrı) din ve inançlar arasında tektir. (Şiva'nın Nataraja pozundaki 2 metrelik heykelinin, kuantum araştırmalarının merkezi sayılabilecek CERN önüne dikildiğini de ekleyeyim.) Dans ile tapımının yüceltildiği (bkz. Aleviler ve semazenler) TEK tek tanrılı din Müslümanlıktır.
Şiva'nın yarısı kadındır. Allah, paganizmdeki Ana tanrıça, Baba tanrı ikiliğini aşmış ve insanlara yaratıcının birliğini "ben Rahman ve Rahimim" diyerek ifade etmiş… ama yine de kendini eril sözcüklerle tanıtmıştır. Şiva da temelde erkektir.
Allah'a "modern beyinlerin Şiva'sı" ya da "gerçeklerini en doğru şekilde, en pagan temelde, gösteren yaratıcıdır" denilebilir.
Bu iki tanrıdan birine, tercihen ülkemizin yasal dini Müslümanlık olduğu için, (genel ile kaynaşmak yaşamı kolaylaştırır) Allah'a yakınlaşın. Onun her şeyi size vermek istediğini kabul eder, arada engeli şeytanın çektiğini giderek (sabırla bakarak) görür ve kontak kurarsanız, yaşamınız adım adım nasıl güzelleştiğini görecek, bir süre sonra bu günkü üzüntülerinize bir tebessüm ile hatırlayacaksınız.
Dinsel esin size ters ise, pek çok bilim adamı ve kadını gibi mutlak ve yardımcı bir pozitivitenin olduğuna, ama onuna makroda -yarım evrende- yaşadığımız için (buraya "düştüğümüz" için desem) senkronizasyonun biraz zor olduğuna inanın; rezonans için beyindeki yanlış inançları SİLİN ve yenilerini (dilerseniz bana sorabilirsiniz, ancak dediğim gibi, yanıtlarımın öfke tepkisi vermemesine çabalayın, anlamaya çalışın, tartışmayın, tartışacaksanız sormayın; çünkü tartışma, alanı güçlendirir) oluşturun.
Başarırsanız, (ki inat ve ısrar ile nice zor durumdaki kimlik -bkz bendeniz- başardı), bir yıl sonra yine bana yazacaksınız ve eskiyi hoşnutluk içinde yad edeceğiz.
Ve bir rica: Bana "hoca" demeyin. Sizin gibi güzel kalpli insanların bu sözü beni üzüyor. Tercihim, mümkünse, arkadaşınız, ya da bu mertebeye beni uygun görmüyorsanız, bu da çooooook normal, arkadaşlarınızı kolay seçmeyen biri olabilirisiniz, sadece bir araştırmacı olmaktan yana.
Haydi, biraz bu ağır havayı dağıtalım.
Ben -yıllardır yanıtlarımda dile getirdiğim gibi- hoca, guru, bilge, bilgin falan-filan değil; sadece bir pagan dansçıyım… ve bu halimi hocalık kadar değerli (hatta belki de daha değerli) bir mertebe olarak görmekteyim. Biliyorum; sözlerim -ataerki dansçılığın derinliğini, anlamını ve değerini göstermemek adına çabaladığı için- pek çok kişiye inandırıcılıktan uzak gelecektir. İzin verin, bu konuda da iki kelam edeyim.
Hocalık kutsal mıdır?
Olmayabilir; çünkü öğretilen bilgi kutsal olmayabilir. Oysa dans denen eylem pozitiviteye ve de ilahi esine bir adım olduğu için kutsaldır. Dans eden her insanın beyninde ödül devreleri tetiklenir, PE envoke olur… kutsiyet bundan başka ne anlama gelebilir? Tanrının yegane isteği bizlerin mutlu olmasıdır. Bu yüzden, bizler mutlu olalım, PE celp edelim diye,
Kibele'nin erkek din adamları, Dionysos'un (ki Şiva'nın kendisidir, sorun anlatayım) kadın kutsal tapınıcıları ve Şiva'nın bizzat kendisi dansçıdır. Hocalık, hocalık eden kişi tarafından olumusuz bir yere çekilebilir… ego tatmin merkezi, elitist konum, ekabir düzey olarak kullanılabilir. Dansta bunların hiç biri yapılamaz. Dans eden kişi bu satanik kavramları unutur… yalın olarak herkesle bütünleşmeye hazır düzeyde bir enerji içine girer.
Ataerkinin baskıcılığı nedeni ile erkeklere "Gel dostum beraber dans edelim" diyemiyorum. Ama kim bilir? Belki siz farklı bir beyin elektriği altındasınızdır (bu ciddi konuda bana soru sormanız anlamlı değil mi?) ve sözümden gocunmaz, arada bir sevdiğiniz bir müzik açar, biraz enerjikçe sallanmayı denersiniz.
Dans başka nedir ki dostlar?
Kötü dans eden İNSAN yoktur. Ataerkil kurallara göre dans etmeyi kafası basmayan (bu sıkıntıya kafa sallamayan) insan vardır.
Ünlü bilim adamı Bandyopadhyay şunu -kanıtsal olarak- ortaya çıkartmıştır: Beyindeki gerçekliği var eden gama dalgalarını üreten mikrotübüller, batılı (armonik/kuralcı) ritimlere değil, anarmonik ritmlerle açılıp kapanmaktadır.
Beyniniz dans etmeyi bilirken, siz mi bilmeyeceksiniz?
Yıkın kuralları. Şeytan'a başkaldırın.
Ve dans edin.
Yukarıdaki birileri(!) sinirden çıldıracağı için (dans edilmesine zinhar karşıdır; ne yazık ki -onu negativiteden tenzih ederim ama şeyhülİslam Ebusuut efendi de bir semazenin döndüğü yer bilmem kaç metre kazılmadan orada namaza durulmayacağı fetvası vermiştir) elini beyninizden çekecek (tabanları yağlayıp kaçacak), beyninizdeki olumsuz NT salgılanmaları duracaktır.
Sevdiğiniz müzikle -her ne olursa olsun- kendi dansınızı etmek acıların dağılmasına yardımcı olabilir.
Bir deneyin derim.
Bana "hocam" demeye gelelim: İstediğiniz bu ise lütfen demeyi sürdürün. Bizler sadece rica ederiz. Ricam ise sadece "Janus" denmesi; çünkü Janus bir hoca değil, bir dansçı.