YANIT
Bizim teorimiz "There's a jungle out there" inancı üzerine kuruludur. Söz konusu düşünceyi sezmek için kahin olmaya gerek yoktur. Bu yapıyı bir salgına benzetmek mümkündür. Salgının nedeni insanlar değil, bir bakteridir. Ama o bakteriyi salgına çeviren hatalı davranmış olan (dikkat edin, "kötü olan" demedim) insanlardır. Ne yazık ki salgınlarda yapılması gerekli şeylerden biri temizlik olsa da, bir diğeri biraz geri çekilme mecburiyetidir.
Kötü haber odur ki, yaşayarak -bize göre- gördük, hayat eve sığmaz. Ancak bu durum olağandan daha izole, daha temkinli ve önlemci bir yaşam modeli oluşturulmayacağı anlamına da gelmez. Bizim teorimizde bu düşünceler yüzünden dışardaki kültür ile yayılan NE salgınından korunmak için yapılacak temel iş, hayatı eve sığdırmak (eve kapanmak) DEĞİL, olabildiğince izole bir yaşam sürmektir.
"İzole" sözcüğünün açılımı ise kişiye göre (kişinin yaşından, cinsiyetine dek uzanan bir spektrumda) değişen farklılıklar gösterir. Örneğin bir gencin kendini izole etme şekli ile altmış-yetmiş yaşındaki birininki farklı olmalıdır. Ancak yine de herkes bir anlamda korunma tedbirleri alabilir.
Bizler yaşlı insanlar olduğumuz için kendimizi ciddi biçimde izole edebilmekteyiz. Olağan insanlarla irtibatımız –zorunluluklar dışında- sadece cinselliktir. Cinsellik güvenli bir alandır; çünkü partneriniz ağır akıl hastası değilse, bu ortamdan zevk alır ve genelde kendince zevk vermeye çalışır. Zevk alan ve vermeye çalışan her kişide PE vardır.
[Lütfen içinizden "Saçmalama, kocam/karım yıllardır bana zevk vermeye hiç çalışmıyor" demeyin; o bıkmıştır.
]
Yaşam modeli ve yaş yüzünden bizler kadar izole hayatlar sürmeyenlere önerimiz bireysel olarak NE yayan kişilerden –çok üzülerek söylemem gerekir ki- yakınları olsa bile uzak durmalarıdır.
" NE'den uzak kalma adina çesitli talihsizlikler yasayan insanlarla irtibatta kalmamak, erdemli bir davranis olur mu?"
Evet olur. Bazı hatalı davranışları ödüllendirmek, ya da anlayışlı /özverili olmak adına kabullenmek (örnek dert dinlemek) NEyi abartmanın yoludur.
Kişiye negatif sözler söyleten unsur negatif olaylar değil, kişinin olayları yorumlayış biçimidir. "Hiçbir şey bizim verdiğimizin dışında bir anlama sahip değildir." Anthony Robbins.
Bir olayı –bizlere ataerki tarafından ezberletildiği için kolayca olumsuz şekilde algılanabilecek bir olayı bile- pozitif biçimde yorumlamak olasıdır. Bu sonucu yaratan beyindeki PEdir. Bu yüzden olayları şanssızlık şeklinde niteleyen kişilerde NE bulunduğunu anlamak zor değildir. Anılan yorumlama biçimi ataerkil kültür tarafından zorla belletilmiş de olabilir; ancak ataerkinin her bellettiğine kolayca boyun eğmek de NE varlığı ile ilgilidir. Olumsuz belletmelere maruz kalmış, ancak özünde PE eğilimi olan kişiler için daima çıkış yolu gösterilir. Örneğin –belki de- bizim siteye yolunuzun düşmesi ve yanıtları okumak böylesi bir yönlendirme sonucu var olmuştur.
Olumsuz olayları pozitif değerlendirmek için Müslümanlığın çok güzel bir yaklaşımı vardır ve bu düşünce tipi halk arasına "Her şeyde (ya da şerde) bir hayr vardır" şeklinde yansımıştır. Sözün özgün hali ise "Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" şeklindeki ayettir (Bakara 216). Bu sözlere inanan kişiler yüzleştikleri şanssızlıklarda da pozitivite olabileceğini düşünür, beyinlerini elden geldiğince (PE miktarlarına göre) olumlu bakış açılarına kaydırırlar.
Bunun da ötesinde, talihsizlik yaşayan kimseye destek vermek için onun anlattıklarını dinlemek gerekmez. Kendisine armağanlar almak, güzel bir yemek hazırlamak, güzel şeylere dikkatini çekmek, belki hoş bir ortama davet etmek, ya da sadece bir süre yalnız bırakmamak, yaşanmış olayları anlattırarak bir kez daha yaşamasına ortam yaratmaktan çok daha pozitif sonuçlara gebedir.
İşe biraz bilimsel aşpektten bakalım.
ETC teorilerine göre bilinç bir alandır.
(Bu konuda bilgi edinmek adına ELECTROMAGNETIC THEORIES OF CONSCIOUSNESS (ETC)
(Elektromanyetik Bilinç Teorileri) adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
Beyindeki aksiyon potansiyeli (beynin ürettiği elektrik) sinapslar aracılığı ile bir nörondan diğerine atlar; yani basit bir söyleyişle "nöronlarda sıra ile ilerler". Ancak teoriye göre senkronize çakışlardaki (volüm transmisyonundaki) elektrik ile oluşan EM alan bilinci var eder. Bilinç içinde ise birçok –biraz abartarak- "alt alan" diyebileceğimizi oluşumlar vardır. Bunlara "sinirsel yolaklar" da denmektedir.
Bu konuda Pozitif Enerji eğitimimizden bir alıntı yapayım.
POZİTİF ENERJİ EĞİTİMİ – II. Bölüm – Sinirsel Yolaklar
Aslında alışkanlık sanılan nice davranışın temelinde yine beyin biokimyası, yine nöronlar vardır. Düşünsel kalıpları dilimize "sinirsel yolaklar" şeklinde çevrilen neural pathways (NP) belirler.
Sinirsel yolaklar, beynin bir bölümünden farklı bir bölümüne sinyal yollayabilen birbirine bağlanmış nöronlardır ve beynin gray matter (gri madde) denilen bölgesi ile ilgilidirler. Gri maddenin, öğrenme, aksiyon potansiyelini düzenleme, çeşitli beyin bölgeleri arasında kontak kurma şeklinde görevleri vardır.
NPler -ataerkil kültür baskısı ile- hatalı ataerkil doğrularla var olabilirler.
[Bir örnek verelim: Ataerkil NP'in en çarpıcı örneği ölüm hakkındaki inanıştır. Aslında ölüm –tüm ezoterik ekollerde olduğu gibi- son derece sağlıklı(!) bir evrim aracıdır. Ölüm korkusunu, ayrıca bir yakınını ölüm ile kaybeden kişilerdeki gizli paniği (ki, bu durum acı olarak yorumlanır) var eden ataerkil NPdir. Bir süreliğine ayrı kalmak tabidir ki çok üzücü bir haldir; ancak olayın gerekliliği ve sağlıklılığı bilinse, bu durumda bile acı miktarı ciddi ölçüde azalacaktır.
Müslümanlıkta –Yahudilik ve Hıristiyanlığın tersine- yas yoktur; cenazelerde bağırarak ağlamak onaylanmaz.
Hz. Muhammet’in yitirdiği yakınlarının cenazelerinde gözleri yaşarınca “Sen de mi ağlıyorsun?” diye eleştirenlere “Bunlar acı değil, şefkat gözyaşlarıdır” diye yanıt vermiş ve şöyle demiştir: “Cenazede ağlamak kalpten gelirse Allah’ın rahmetinin eseridir. Dil bağırır, el yaka-paça yırtarsa bu da şeytandandır."
Aynı durum paganizmede ve wicca ortamında da görülür. Ölüm sonrası eğlence katsayısı düşük bir parti verilir.
Müslümanlıkta da "hayr lokması" döktürme vardır. Cenaze sonrasında kişilere tatlı (şekerli) şey ikram etmek kadar mucize bir buluş -bildiğim kadarı ile- sadece Müslümanlıkta görülür. Paganizmde bile yoktur.
]
Söz konusu yolaklar bir EM alan oldukları için, EM dalgalar (yani EM radyasyonlar olan fotonlarla) eksite edilirler. Bu bir fizik kuralıdır. Bu yüzden beyin EM alanı fotonlarına "düşüncelerdir" demek belki de mümkündür.
Sözcükler ise düşüncelerin sözel yansımasıdır. Bu demektir ki, düşüncelerin yapısı nasıl ise, sözler ona paraleldir. Bu gerçek astrolojide Merkür planetinin hem beyin çalışma şeklini, hem konuşma şeklini ortak olarak yönetmesi ile görülebilir. Önemli olan nokta şudur ki; düşüncelerin sözleri etkilemesi gibi, bir feedback mechanism ile sözler de düşünceleri etkilerler.
Bu yüzden "düşüncelerin sözlere yansıması" şeklindeki doğal süreci tersine çevirmek ve "konuşma şeklini iradi olarak değiştirerek, beyinde PE oluşturmak" olasıdır.
Bu yapıyı yukarıda verdiğim "düşünceler, EM alanlardan üretilen fotonlardır" varsayımına uyarladığımızda sözlerin üretildikleri alanları geri besledikleri görülebilir.
Anılan nedenler yüzünden bir olayı en olumsuz bakış açısı ile anlatan kimse (ki, genelde içerik daima negatiftir ve abartılıdır) beynindeki adı geçen olumsuz olayın alanını (NP'ini) sürekli tetiklemekte ve olduğundan daha negatif şekle sokmaktadır.
QM teorilerine göre bilinç kaderi (gerçekliği) yarattığında göre bu durumun anlamı bilincin, sözlerle tetiklenen olumsuz NP alanının katkısı ile yaratılması; yani kaderin, yaşanmış ve anlatılmakta olan söz konusu olumsuz olay dahli ile BİR KEZ DAHA var edilmekte olmasıdır.
(QM hakkında bilgi edinmek adına 2. Bölüm: QUANTUM MIND (QM)
(Kuantum Bilinci) adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
İşte, psiko-terapiye sempati duymamamızın nedeni budur.
(Sözlerimizin hedefi psikolog arkadaşlar değildir. Psikologlar hakkındaki görüşlerimiz için ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR >> Temel İnançlarımız başlığında yer alan
Psikologlar hakkında
linkine başvurabilirsinz.)
"Cidden agir seyler yasamis insanlardan yakinmamasini beklemek veya o safhaya gelene dek uzak kalmak karsi taraf için haksizlik olmaz mi?"
Yukarıda verdiğim bilgiler nedeni ile bu gibi kişilere yardımcı olmak için yapılması gereken onların yakınmalarını ENGELLEMEK, ve dahası, onlara yaşadıklarını unutturmak için yukarıda söz ettiğim ödül devrelerini tetikleyici eylemleri yapmaktır. Söz konusu unutturma eylemi içinde KESİNLİKLE yaşanan olayın aslında bir kayıp sayılamayacağına, hatta hayr yanlarına, ikna çabası OLMAMALIDIR; çünkü bu yaklaşım da olayı konuşmak (alanı bir kez daha eksite etmek) anlamındadır. Yaşanan olumsuzlukları anlatma ihtiyacı, Şeytan'ın kişiyi negativite ürettirmek adına kurduğu plana dahil etmek için var ettiği yapay zevktir. Bu zevki tırnak yiyerek, saç yolarak, yara kabuğunu kopartarak alınan zevke benzetmek mümkündür.
"cidden ağır şeyler yaşamış" kimseler, üzülerek söylemem gerekir ki, genelde ataerki yüzünden bazı hatalı tutumlar sergilemiş insanlar olabilirler. Bu durum onların olumsuz karakter sahibi sayılmaları gerektiği anlamında değildir. Anılan hatalı tutumların nedeni yanlış doğrulara inanmak, yani "aldanmış" olmaktır. Şeytan'ın sadece aldatarak kötülük yapabileceği ise zaten dinsel söylemin temelidir.
" Sevgili Jan hocam,
Afiyet, bolluk ve bereket üzere olmanizi diliyorum"
İhya ettin sevgili kardeşim. Bu kadar güzel dilekleri bana yönlendirmenizden öte, beni okuyan bir kardeşimin bu kadar özel üç sözcüğü seçip, peş peşe kullanması beni çok sevindirdi. İki laf da bu konuda edeyim.
Bolluk ve bereket faklı şeylerdir. Bolluk, her şeyin bol; bereket ise (TDK karşılığı "alışılandan çok olma durumu" şeklinde verilse de) bize göre "var olanın tükenmemesi, sona ermemesi"dir.
Afiyet ise şahane bir terimdir ve bence yeni Türkçede pek de tam karşılığı yoktur. TDK'da "esenlik" şeklinde çevrilir. Esenlik ise (yine TDK'na göre) "sağlık ve mutluluk içinde bulunma durumu" manasındadır. Ancak kökü "esmek" olan bir kelimenin mutlulukla eşleştirilmesi bize göre yanlıştır. Esmek, Yahveh'in özelliğidir ve kendini Tevrat'ta "Esip gürleyen" olarak ifade eder.
Bize göre afiyet "her konuda eksiksiz bir keyiflilik" halidir. Bizlerin yücelttiği (ve genelde yanlış anlaşılan) "keyif" kavramı aslında tam da afiyet sözü ile tanımlanabilir.
[İzin verin, biraz "bir dildeki yerleşik kelimelerin yerine yenilerini koymak" şeklinde özetlenebilecek "çağdaş ve aydın" tavır hakkında konuşayım: Yahveh, Tevrat'ta insanları birbirine düşürmek için dili böler.
Tevrat – Yaratılış 11
1 Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.
2 Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yereştiler.
3 Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.
4 Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”
5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
6 “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi,
7 “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.”
8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
9 Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.
Yeni kelimeler (buna öz Türkçe bile belki diyebiliriz) var ederek bunları dile sokmayı arzulayan kişiler fark etmeden Yahveh etkisinde olabilirler. Türkçe karşılığı olan bir kavrama batılı bir ad atamak (örnek "salgın" yerine "pandemi")
kadar, batılı kökenli olsa da dilimizde yer etmiş kelimeleri öztürkçeleştirmek(!) de
(örnek; kefil yerine yükümcü; aceleci yerine evecen; bereketli yerine artağan, jeneratör yerine üretgeç; iki tane de Ahmet Ercan'dan gelsin: hocam yerine bilgem; arena yerine çeyniktey) dili bölmektir.
Biraz da Babil'den söz edeyim: Ana tanrıça tapımı ile tanınan ve uygarlığı ile tarihe geçen Babil, Yahveh tarafından hiç sevilmez. O kadar ki, şeytan'a "Babil Fahişesi" denir. Babil fahişesi, antik Babil'de tapılan Ana Tanrıça'dır, ona "fahişe" denme nedeni tapımında cinselliği özgürce yaşanmasıdır.
]
Ama lütfen bana "hocam" demeyin. Kabul ederseniz hocanız olmaktan çok arkadaşınız olmayı yeğlerim. Bizi okuduğunuza göre "kafadar" olduğumuz da ortada. :) Hem eminim yan yana gelsek sizden öğreneceğim yığınla şey olacaktır. Bu yüzden demek ki aslında bilgi alışverişinde olan arkadaşlarız. Şimdilik siz soruyorsunuz; karşılaşırsak bunun bedelini (şaka yapıyorum tabi ki) sizeden, sizin bildiğiniz konularda sorular sorarak talep edeceğime emin olabilirsiniz. :)