Osmanlı kökenli bir aileden geliyorum… ama ailemin bütün fertleri Atatürk’çü. Sadece ailemin ve benim değil; Türk insanın çoğunun hem Osmanlı, hem de Atatürk’çü olduğunu öne sürüyorum!
Gelin biraz Osmanlı’yı tanıyarak söyleşmeye başlayalım. Bana kalırsa yazının sonunda düşüncelerime hak vereceksiniz.
Osmanlıda Alkol
İlk içki fabrikası Osmanlı padişahları tarafından açılmıştır. İçki satışı, kullanımı, ithali yasak değildir. Ayrıca içki hiçbir zaman günümüzdeki gibi aşırı pahalı da olmamıştır. Özel günlerde şampanya içmek, gelir düzeyi üst-orta olanlar arasında (yani çok zengin olmayan, ama rahat yaşayan kesimde) yaygındır, olağandır.
Osmanlıda alkol tüketmek, çağdaş kültürümüzde bazı kesimlerde “ayıp” (ya da tehlikeli) olarak algılanmamıştır. Bildiğim hiçbir metinde alkol kullanımının sağlığı olumsuz etkilediği yer almaz. Bu -"bilimsel" yaftası ile sunulan- inancın kaynağı Yahudilik etkisindeki batılılardır.
Osmanlıda kültür oluşturacak kadar yaygın alkol kullanımı vardır. Örneğin meyhaneler her semtte görülmektedir. Zaten “meyhane” sözcüğü, “mey” (yani içki) ve “hane” (yani ev) anlamında ve Osmanlı kökenli bir sözcüktür.
Rakının servis edildiği “karafaki” adlı küçük şişelerin adı Yunan kaynaklı olsa da; bu şişeler, yani rakıyı küçük şişelerde sofraya almak, Osmanlı buluşudur.
Fazla alkol alıp sızanlar için söylenen “küfelik” değimi Osmanlı çıkışlıdır ve sırtlarına bir küfe alıp, sızarak evlerine ulaşamayan kişileri güven içinde teslim etme ve karşılığında ücret alma servisine verilen addır. Yani Osmanlıda bu servis ile para kazanacak kişilerin bulunacağı kadar çok sızma olayı yaşanmaktadır.
Osmanlıda Serbest Cinsellik
Evlilik öncesi seks yaşamı tabu olarak kabul edilmiştir; ancak kişilerin seks hayatı kesinlikle evlilik sınırları içinde kalmayacak kadar aktiftir.
Osmanlı’da flört vardır: Hanımlar yere mendillerini neden atarlardı sanıyorsunuz? Ya Göksu’daki sadece doğa sevgisi ile mi kayıkla dolaşıldığını düşünüyorsunuz? Göksu, kişilerin birbirini “peylediği” yerdir.
Şehremininde kokulu ve renkli kağıtlara mektup döşenen “nameciler” vardır. Namecilerin müşterileri mahkemelere dilekçe yazdıranlar değil; genelde aşk mektubu kaleme aldıran hanımlardır; çünkü kadınlar arasında okuma yazma oranı düşüktür. Demek ki kadınlar “ulu orta” bir nameciye gidip, aşk mektubu yazdıracak özgürlüktedirler.
Osmanlıda genelevler mahalle arasındadır. Ara sıra bu yerler basılır, ama genelde fazla tepki almazlar ve basanlar –görevlerini yapmakta olan- din adamlarıdır.
Eskortların tepki almamasına en büyük kanıt ise Kanlı Nigar ve Yedi Kocalı Hürmüz adlı Osmanlı eskortlarının ünü ve onlara yönelik eğlenceli (hoşgörülü, en azından kınayıcı olmayan) yaklaşımdır.
Delikanlıların boğazda kayıklarla gezdiği bilinir. Bu gezintilerin asıl nedeni ne sportif faaliyettir, ne de deniz sevgisi… Delikanlılar genelde “son turfanda” hanımefendilerin “iltifatına mazhar olmak” adına bu işe soyunurlar. Yani olgun yaştaki zengin hanım ile genç yaştaki delikanlı ilişkisi hayli yaygındır. Balkonlara tüneyerek yalıların içine bakma alışkanlığındaki kuşlar “yalı çapkını” şeklindeki adlarını bu delikanlılardan almışlardır. Hanımlar delikanlıdan hoşlanırlarsa önce bakışları ile yeşil ışık yakar, kendilerine halayıklarla ulaştırılan namelere –içeriği, ya da içerikteki tanıtımı beğenirlerse - yanıt verir, böylece şimdilerin arkadaşlık sitelerindekine benzer yazışmalar başlar, her şey yolunda giderse halayık sonunda kayıkhane kapısından delikanlıyı yalıya alır. (Bu konuda bilgileri Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın çeşitli romanlarından eğlenceli şekilde edinmek mümkündür.)
Osmanlıda eşcinsellik ve lezbiyenlik de yaygındır. Tavşan Oğlanları erkek eşcinselliğine örnektir. Lezbiyenlere ise “zurefâlar” denir. Bu sözcük “zürafa” adlı hayvanın ismine fonetik olarak benzese de anlamı “zarifler”dir. (Bu konuda bilgileri Atilla İlhan’ın “Haco Hanım Vay” adlı romanından eğlenceli şekilde edinmek mümkündür.)
Diğer Konular
Doğrudur, saray ortamına entrikalar vardır. Politikada ne zaman entrika olmamıştır ki? Günümüze bile yok mudur?
Osmanlı’da “vurun boynunu” yaklaşımı bulunduğu da doğrudur. Ama bütün batılı saraylarda idamlar kralların emri ile olur. Ancak Osmanlı’da idam daima gizli kapaklı uygulanır. Batıda ise gerek asılmak, gerekse kafa kesmek, halkın önünde, muhteşem bir gösteri şeklinde, seyyar satıcılardan yapılan alışverişler arasında, bir panayır yeri ortamında uygulanmıştır.
Osmanlıda idamı “seriye bağlamak” adına makine (giyotin) icat edildiği görülmemiştir.
Osmanlı’da tanrısallık adına –İslam’da recm olduğu halde- kadınlar çoluk-çocuğun gözü önünde kazığa bağlanıp çırılçıplak, cayır-cayır yakılmamıştır.
Saint-Barthelemy ya da Kaboş isyanı benzeri tarihte “kanlar sokaklardan nehir gibi aktı” şeklinde ifade edilecek ve/veya sarayı kana bulayacak (gerçekten tarih, saray odalarında kan aktığından söz eder) isyanlar görülmemiştir.
Salgın hastalıklarda cesetler at arabaları ile kancalarla toplanmamıştır. Ölüye daima saygı vardır.
Osmanlı suyu (temizliği) seven bir toplumdur. Hiçbir zaman batıdaki gibi büyük tuvaletler lazımlıklara yapılıp, içerik pencerelerden “çekiliiiiiin” diye bağırılarak pencerelerden dışarı fırlatılmamıştır. (Bu yöntemin İngiltere’deki yaygınlığını Erica Jong “Fanny” adlı kitabında dile getirir.) Versay sarayında bile uygulanan bu metodun yarattığı kokuyu bastırmak için saray bahçesine güzel kokulu bitkiler dikildiği bilinir. Batıda hala klozetlerde “taharat musluğu” adlı musluk olmadığı hatırlanmalıdır.
Anaerkil okültizmde Roma kutsaldır ve bu kutsallık, Romalıların yıkanmayı sevmesine, kültürde banyoların bol olmasına bağlanır. Bilindiği gibi Roman Baths ünlüdür. Oysa pek az kimse Osmanlı’da da Turkish Baths bulunduğunu, Osmanlıda bir “banyo kültürü” var edildiğini fark eder. Banyo kültürü kutsallık veriyorsa, ki, bize göre de öyledir, Osmanlı kültürü de kutsal demektir.
Osmanlıda süslü kıyafetlere bürünüp, at üzerinde onlarca kişi tek bir tilkiyi spor adı altında kovalamamıştır. Av, hiçbir zaman bir spor olarak görülmemiştir.
Osmanlıda öldürdüğü hayvanın kafasını kesip, evin en onurlu köşesine süs diye asmak da yoktur.
Osmanlıda boğaları önceden ışıksız ortamlarda tutup, ardından bir arenaya koyup, hançerleye-hançerleye, can çekiştirerek öldürmeye kahramanlık, spor, ya da gösteri denmemiştir.
Vahşi sayılan av köpekleri cinsinden köpekleri eve kapatıp, arada sokağa boyunlarından bir halka geçirip çekerek çıkartmak, hayvanı (koşmayı geçin, hareket imkanına engel olarak) sürükleyerek “dolaştırmak” hayvan sevgisi olarak yorumlanmamıştır. Tasma, kültürümüze batıdan gelmiştir.
Osmanlıda seri katil çıkmamıştır.
Osmanlıda -batıda hala filmlerin başlıca konularından olan- tanımadıkları kadınların peşlerine düşüp, onları öldüren erkek katiller görülmemiştir.
Osmanlıda günümüzde yayın olan “kadın cinayeti” kavramı yoktur.
Osmanlının dini, baskıcı İslam olsa da, batıdaki gibi Engizisyon adı altında, 200 yıl sürecek, benzerleri sadece Nazi Almanya’sında izlenecek akıl almaz iğrençlikte işkenceler tanrısallık adına icat edilmemiştir.
Osmanlı keyifli bir kültürdür. Bu gerçek Osmanlı şarkılarından kolayca anlaşılır. İçerik, acı değil; eğlence ve zevk (keyif) dolu aşklarla bezelidir.
Osmanlıda aşk ve keyif genelde mehtaptadır, denizdedir. Dolunay, batıdaki gibi “kurt adam” ya da lunatic (“Ay çarpmış”, deli) benzeri kavramlarla lanetlenmez; “Mehtap” adı altında -tıpkı Müslümanlıkta olduğu gibi- yüceltilir. Mehtabın duyguları (özellikle aşk ve sanat duygularını) olumlu anlamda tetiklediğine inanılır. Anaerkide kutsal olan deniz ile eşleştirilir. (Anaerkide mehtap da kutsaldır.)
Osmanlıda nezaketin ötesinde nezahat vardır, ince ruh vardır, alttan alma vardır, çelebilik vardır.
Atatürk asla Osmanlıya değil, bağnazlığa karşı tutum sergilemiştir. Ailemde saltanatçı olan dedemin Cumhuriyet sonrası yüksek düzey görevlere atanması buna delildir. Babamın hoca olan dedesini rahatlatmak adına eve askerlerin gelip “Hoca efendi, rahat olun, imamların alındığı söyleniyor, bizim sizin gibi ulemalarla işimiz yok, bunu haber vermeye geldik” demeleri (aile arasında aynen bu sözlerle anlatılırdı) aktarmak istediğim bir diğer örnektir. Unutulmaması gereken, Ulu Önderin en yakınları bağnazlık yaptığında cezalandırmaktan çekinmediğidir.
Atatürk devrimleri batılılaşmadır, özgürlüğe ulaşmadır… kabul. Ancak Osmanlı insanı İslam dininde yüzyıllar öncesinden, içten-içe, esnekliği (özgürlüğü) var ederek ulu önderden çok önce aynı hedef adına yola çıkmış bir kültür meydana getirmiştir. Atatürk’ü yaratan, onun bu kadar sevilmesine ve bağırlara kolayca basılmasına neden olan bu kültürdür. Ne yazık ki genelde gözden kaçsa da, Atatürk’ün son noktayı koyma başarısının mimarı biraz da Osmanlı halkı, yani bizlerin atalarıdır. Bu nedenle hepimizin hem Osmanlı, hem de Atatürkçü olduğumuzu öne sürmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Müslümanlık gibi Osmanlıya da sahip çıkalım… Bu değerleri itmeyelim, bölmeyelim. Çok özel ve değerli bir halkız… Lütfen… lütfen artık bu gerçeği görüp, gerçeğimizle barışalım.
Böylece, bu birleştirme ile, bu kavuşma ile, gelecekte büyük kazanımlar bizleri beklemekte. Birleşen, daima güçlenir. Bize düşen ise batıdan önce kendimizle, özümüzle, özgün yapımızla birleşmedir. Orada aslında tam da batıda aradığımız güzellikler saklıdır; orada zevk vardır, incelik vardır, sakinlik vardır, hoşgörü vardır…
Yani biz varız.
Aradığımız her şey sinemizde gizli. Yapacağımız tek şey biraz yer değiştirerek manzaraya farklı bir yerden bakmaktan öte değil.
Üzerine uymayan kılıkları giyen özentiler, gerçekte kendilerini sevmeyenler değil midir? Bu hataya daha fazla düşmeyelim. Batılılara ders verecek güzellikte ve –altını çiziyorum- özgürlükte bir kültürümüz var. Bunu göz ardı etmeyelim. Ele alalım, güncele adapte edelim.
Öne sürüyorum ki, tıpkı Müslümanlığın özgün içeriğine -hz. Muhammet’in vefatından sonra dini ayakta tutmaya çalışan kişilerin iyi niyetli, ama hatalı tutumları ile- “dokunulması” gibi, Atatürkçülüğün de başına aynı şey gelmiştir. Ulu önderin ölümü sonrasında onu iyi anlayamayan kişilerin yönlendirmesi ile kendisinin gerçek görüşleri yer-yer erozyona uğratılarak Osmanlı düşmanlığı yaratılmıştır. Yeniden birleştirmeyi yapacak olan yine bizleriz.
Bu hedef adına öncelikle inanalım: Osmanlı, bizlere anlatılanlar DEĞİL.
Bir kriter değilim; sadece bu site bana ait olduğu için ve ziyaretçiler bu bilgi kapsamında buraya geldikleri için kendimden bir örnek vermeme izin verin: Tüm çağdaş yaşamım, görüntüm ve kafa yapımla, yakamda Osmanlı armasını gururla taşımaktayım.