OBSEDE OLMA HİKAYEM
1 - GİRİŞ (1990)
Yazı: |
|
- Obsesyon altındasın!
Çingeneye benzeyen crystal gazer,1
önündeki küreye dikkate bakıp bu cümleyi suçlar gibi söyleyivermişti.
Londra’da bir Occult Show'daydım. Dışarıdaki öğle güneşinin bu ortama girmesine izin verilmemiş, exhibition center'ın camları siyah panellerle kaplanmıştı. Salondaki aydınlık ise sadece yüzlerce mum ile elde edilmekteydi. Zaten karanlık olan ortamda yakılan buhurların dumanları etrafı iyice göz gözü görmez hale sokuyordu. Geniş salon, masalar başında harıl-harıl Tarot açan, kristal küreye bakan, ya da astrolojik harita yorumlayan falcılarla doluydu.
Bense sadece insens almak için oradaydım. Aradığım özel buhurlar bu kristal küre okuyucusunun masası yanındaydı. Üzerlerinde fiyat olmadığı ve falcı, karşısındaki müşteri ile konuştuğu için mecburen beklemek zorundaydım; konuşmalarını bölmek doğru olmayacaktı. Sağa sola bakınıp, okumanın bitmesini beklerken önce falcının kısık sesi ile kavga eder gibi konuşması dikkatimi çekti. Ardından sözlerinin klasik falcı konuşmasından farklı ve ilginç olduğunu algıladım. Patavatsız bir jargonu vardı. Bu gibi kimliklere kesinlikle inanmazdım, ama eğlencesine ben de fal baktırsamıydım acaba? Zaten aradığım nadir bulunan buhurları da bu adam satmaktaydı.
Neden olmasın?
Uğursuz görünüşlü, ufak/tefek falcının okumayı bitirmesini bekledim, müşteri kalkınca hemen onun yerini aldım ve adamın sözlerini dinlemeye hazırlandım. Çingene ilk adımda küreye değil, bana baktı; daha doğrusu gözlerini gözlerime sapladı. Sadece tipi değil, bakışları da iticiydi. Öyle ki, göz göze geldiğimizde hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve gözlerimi kaçırdım. Kara suratına daha da kasvet katan minicik gözlerinden irin dolu bir ışık çıkmıştı sanki. Ve birden, daha küresine hiç bakmadan, o vurucu cümleyi söyledi: "Obsesyon altındasın!"
Sözleri beni irkiltti tabi ki… Yine de fazla aldırmadan bekledim. Bilirdim bu "Şoke et ve para sızdır" taktiklerini.
- Obsede eden bir yakının… akraban… ölmüş biri. Amcan var mı? Varsa hayatta mı?
Küçümseyici bir tonla “İki amcam var” diye konuştum, “ikisi de hayatta ve sapasağlam.” Falcı aldırmadı. Bu kez küresine içine girmek ister gibi bakmaktaydı. “Büyük amca da olabilir” diye devam etti. “Sen doğarken ölmüş birini tanıyor musun ailende?”
- Hayır… Bilmiyorum.
- Olmalı…
Bir anlamda vardı aslında.
Dedemin kardeşi, majiye başlamama neden olan büyü kitabını miras bırakan satanist Nezihî bey ben doğmadan iki hafta önce ölmüştü! (Bkz. Majikal Geçmişim.) İçimi bir sıkıntı kapladı.
Falcı da yarattığı etkiyi fark etti, yakalamıştı beni. Atmasyonlarını daha da ileri götürdü ve siyah boncuklara benzeyen aksız gözlerini yeniden bana dikerek mırıldandı: “Ruhunu çalmış veya içine girmiş. Seninle yaşıyor!”
Adamın yalancılığı artık haddini aşıyordu. Daha fazla saçmalık dinleyecek değildim. Küçük bir rastlantı yüzünden heyecanlanıp adamın eline koz vermiştim. Durumumu fark ettiği için martaval dozunu arttıracak ve "Cross my palm with silver coin" tantanasına koyulacaktı.
Ama birden, aniden, beynimde teyzemin yıllar önce, ben daha çocukken söylediği bir sözü yankılandı: Konuşma konusu neydi anımsayamadım ama merak ve tedirginlikle yüzüme baktığını ve “Deden hep senin Amca bey olacağından kuşkulandı” dediğini net biçimde hatırlayıverdim. (Dedemin kardeşi Nezihi beye aile içinde "Amca Bey" denirdi.) O zamanlar gülmüştüm bu sözlere.
Teyzem ise gülmemişti.
Doğruydu; Nezihi beye gerek yüz, gerek huy olarak çok benziyordum ama bu benzerlik aile içinde kabullenildiği gibi tabidir ki “genetik bir kuşak atlar” gerçeğine dayalıydı.
Yine de alnımın terden nemlendiğini hissettim. Bu mumlu buhurlu ortam insanın sağduyusunu zayıflatıyordu. Dışarı çıkmam gerekti. Onu daha fazla konuşturmadan ayağa kalktım, fal ücretini masaya bıraktım, insensleri almayı unutarak kendimi caddeye attım. Uyanık falcı sanatını iyi icra etmiş, beni güzelce "kafaya almış", beynimde kuşkuların cirit atmasını sağlamıştı.
Dışarı çıktığımda tam rahatlayamadım. Bir bara girip iki bira mı içseydim acaba? Onu da canım çekmedi; çünkü olayı kurcalamak, adamın sözlerini yalancı çıkaracak bir şeyler yapmak istiyordum. Birden aradığım çözümü buldum: Eve gidecek, ezbere bildiğim astrolojik haritama daha dikkatle bakacak ve doğum anımın net derecesini görecektim. Orada Jüpiter olduğunun farkındaydım, ama önemli olan derecesiydi ve doğal olarak planetin derecesini ezbere bilmiyordum. Haritaya bakınca dereceyi görecek, kaygılarıma gülecek ve falcının saçmalamalarının asılsız olduğunu anlayacaktım.
Eve varıp çalışma odama ulaştığımda sabırsızlığım son safhadaydı. Çalmakta olan telefona bile aldırmadan acele ile haritamı açtım ve hemen 12. evdeki Jüpiter’in kaç derecede olduğuna baktım.
Jüpiter 29 derece, 59 dakika, 2 saniyedeydi. Yani 12. evin en son derecesinde... 12. evin 30. derecesi, ascendant'ın 0 derecesi olan doğum anıydı.
Jüpiter; uzak amcalar, dayılar demekti.
29. derecenin üstü ise Anaretic degree… yani kritik konum...
Bu güne değin bu konumu daima doğum anında şans (Jüpiter) olarak yorumlamıştım. Ancak Jüpiter aynı zamanda amcalar ve dayıları da sembolize ederdi. Falcının sözleri ile konum başka anlamlar kazanıyordu.
Sıkıntı ile haritayı masamın üzerine, kendimi en yakın koltuğa attım. Birkaç saniye ile kehanete yakayı kaptırmış olabilirdim. Gözümün önünde ergenlikten ilk çıktığım yıllarda gittiğim Nezihi beyin garip evi ve yıllarca majikal çalışmalarımda kullandığım ekipmanı vardı.
DİP NOTLAR
[1]
Kristal küre kullanan falcı.
|